Open top menu
13 Aralık 2012 Perşembe

Kadınların cinsellikle ilgili tutum ve davranışlarına ilişkin çok hızlı değişmeler gözlenmektedir. Kadın cinselliği üzerine yapılan ilk çalışmaların sonuçları, kadınların cinsel dürtülerinin erkeklere göre daha düşük olduğu ve daha az uyarılabildikleri, cinsel ilişkiye genellikle eşlerini mutlu etmek için girdikleri ve cinsel yaşamları olmadığı takdirde yaşamlarının çok fazla etkilenmediği yönündeydi. Ancak, cinselliğin fizyolojisi üzerine yapılan son çalışmalarda kadınların biyolojik potansiyelleri ve bunun cinsel yaşamlarına ve davranışlarına etkileri gözlemlendikçe, cinsellikle ilgili son sözü söylemenin mümkün olmadığı görülmüştür.


Yirminci yüzyılın başlarında, psikolojik ve cinsel problemlerin çocukluktaki ana-baba-çocuk arasındaki çözümlenememiş çatışmalar sonucunda oluştuğu düşünülür ve cinsel işlev bozuklukları da diğer psikolojik sorunlar gibi psikoanalitik yönelimli yaklaşımlarla tedavi edilmeye çalışılırdı. Terapiler kişiliğin yeniden yapılandırılması temeline oturduğu için cinsel işlev bozukluğu da kişilik gelişiminde yaşanan problemin bir uzantısı olarak düşünülür, cinsel işlev bozukluğu olan kişi de tedavinin odağı olurdu.


Haftada yaklaşık beş görüşme yapılarak aylarca ve hatta yıllarca süren bu terapilerin sonucunda cinsel sorunların çözümü beklenirken tüm kadın cinsel işlev bozukluklarının genel adı olan "frijitide" nin de, erkek cinsel işlev bozukluklarının da psikoanalitik yaklaşımlarla çözümlenemediği görülmüştür.


Daha sonra psikoanalitik yaklaşımdan oldukça farklı olan davranışçı yaklaşımlar cinsel işlev bozukluğu tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır. Bu tedavi yaklaşımı cinsel davranışların da diğer davranışlar gibi öğrenilerek kazanıldığını vurgulamıştır. Bu görüşe göre, cinsel işlev bozukluğu kişinin cinsel uyaranlara karşı uygunsuz tepkiler vermesi sonucu oluştuğundan, terapiler, sorunu olan bireyi odak olarak almıştır; tedavi teknikleri ise anksiyete azaltmak için kas gevşetme egzersizleri ve sistematik duyarsızlaştırma olmuştur. Yanlış bilgilere sahip olma veya cinsellikle ilgili olumsuz tutumlar gibi cinsel işlev bozukluğuna neden olan etkenlerin varlığı sadece anksiyete azaltarak tedaviyi hedefleyen davranış terapilerinin yetersiz kalmalarına yol açmıştır.


1970'te Masters ve Johnson tarafından yayımlanan "İnsanın Cinsel Yetersizliği" adlı kitap günümüzde cinsel işlev bozukluğuna yönelik terapilerde kullanılan bir temel oluşturmuştur. Masters ve Johnson'ın yeni terapi modeli yine davranışçı yaklaşıma dayansa da terapide bireyden çok çifte ve çiftin ilişkisine odaklanılmıştır. Tedavide sorunun ortaya çıkmasında ve sürmesinde etken olan faktörler ele alınıp sorunun ortadan kaldırılması ve seans içinde öğrenilenlerin ev ödevleri ile de yaşama geçirilmesi sağlanmıştır. Masters ve Johnson'ın tedavi yöntemleri ile cinsel işlev bozukluklarında sağladıkları başarı alana ilgiyi arttırmıştır. Ancak zaman içinde bu yöntemlerin modifiye edilmesi gerekmiş, yeni cinsel terapi yöntemi bilişsel, davranışsal ve iletişim kurma tekniklerini de içine almıştır.


Cinsel davranışlar da diğer davranışlar gibi öğrenilmiştir. Bir başka deyişle, kişiler cinsel uyaranlara yanlış tepki vermeyi öğrendikleri zaman cinsel işlev bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, bilişsel davranışçı tedavide amaç, bilişsel ve davranışçı teknikleri kullanarak yanlış öğrenilmiş tepkileri ortaya çıkarıp, bunların yerine yeni ve doğru tepkilerin öğrenilmesini sağlamaktır.


Tüm cinsel işlev bozuklukları tedavisinde ortak olarak kullanılabilecek bilişsel ve davranışçı tekniklerin (bedeni ve vajeni tanıma egzersizleri, cinsel birleşme yasağı, duyumlara odaklanma, kegel egzersizleri) yanısıra, tedavi planı oluştururken cinsel sorunu hazırlayan, ortaya çıkaran ve sürmesine neden olan faktörlerin de bilinmesi gerekir:


1.Hazırlayıcı etkenler: Cinsel işlev bozukluğunun ortaya çıkmasını kolaylaştıran ve yatkınlığı arttıran faktörleri kısaca şöyle tanımlayabiliriz:




  • Yetiştirilme tarzı: Çok katı veya tutucu bir çevrede yetiştirilerek cinselliğin tabu olarak öğretilmiş olması, karşı cinsle ilişkilerin yasaklanması, özellikle gelişim döneminde kızların ‘kadın bedeni’ konusunda çevresinden olumsuz mesaj alması, kişilerin kendi bedenlerinden ve cinsel yaşamları ile ilgili yaşantıdan utanç ve suçluluk duymalarına, dolayısıyla da cinsel yaşamda ve eşler arasında problemlerin oluşmasına neden olmaktadır.

  • Olumsuz aile ilişkileri: Kişinin yetiştiği aile ortamında anne-babanın birbirleri ve çocukları ile yaşadıkları olumsuz ilişkiler yanında olumlu duyguların ifade edilemeyişi, ilerideki yaşantıda eşle olan ilişkileri ve cinsel yaşamı olumsuz etkilemektedir.

  • Yetersiz veya yanlış bilgilendirme (Cinsel Mitler): Cinsellikle ilgili yetersiz veya yanlış bilgiye sahip olmak kişileri cinsel yaşamları ile ilgili yanlış beklentiye sokmaktadır. Ülkemizde yapılan bir çalışmada, vajinismus şikayeti olan kadınların yanısıra eşlerin de yaklaşık yarısının cinsel bilgi düzeylerinin düşük olduğu saptanmıştır (7). Birçok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de cinsellikle ilgili birtakım yanlış inanışlar bulunmaktadır. "Sevişmeyi başlatan kadın ahlaksızdır", "Sevişme yalnızca iki taraf aynı anda orgazm olduğu zaman güzeldir", "Masturbasyon kirli, kötü ve zararlıdır", "Sevişmek cinsel birleşme demektir", "Tüm fiziksel yakınlaşmalar cinsel birleşmeye gitmelidir" gibi inançlar cinsel yaşamı olumsuz etkilemektedir.

  • Erken travmatik yaşantılar: Fiziksel ve cinsel istismara, tecavüze uğramak, cinsel olanı da dahil olmak üzere şiddete maruz kalmak.

  • Yaşam biçimi: Yoğun ve stresli geçen günlük yaşam,işleilgiliveya ekonomik sıkıntıların kişide yarattığı olumsuz duygular ve düşünceler.


2.Ortaya çıkarıcı etkenler: Yukarıda sözü edilen ve cinsel işlev bozukluklarının oluşmasına neden olan bu faktörler, aşağıdaki faktörlerle de birleşerek belirtilerin ortaya çıkmasını sağlar.


Eşler arasında uyumsuzluk: Eş ile ilişkilerde yaşanan sorunlar cinsel yaşamı da olumsuz etkileyebileceği gibi; bazen de cinsellikle ilgili sorunlar eşler arasında gerginliğe neden olabilmektedir. Kişinin kendinden veya eşinden gerçek dışı beklentilerinin olması ve bu beklentilerin karşılanamaması ilişkide çeşitli hayal kırıklıklarının yaşanmasına neden olur. Karşılıklı anlayışın ve iletişimin sağlanamadığı durumlarda yaşamın her alanı etkilendiği gibi cinsel yaşam da etkilenecektir.




  • Travmatik cinsel yaşantı: Evlilik süresince eşlerden biri tarafından uygulanan cinsel ve/veya fiziksel şiddet, cinsel ilgi ve istek bozukluğunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

  • Evlilik dışı ilişkiler: Sadakatsizlik veya evlilik dışı bir ilişkiyi sürdürme, kişinin hem kendisinde hem de eşinde cinsel işlev bozukluklarına neden olabilmektedir.

  • Eşlerden birinin cinsel sorununun olması: Eşlerden birinin cinsel sorununun olması bazen diğer eşin de cinsellikle ilgili sorunlar yaşamasına neden olmaktadır. Cinsel sorunu olan eşe diğer eşin yeterince anlayışlı davranmaması, sorun yokmuş gibi davranması da olumsuz duygular ve çeşitli çatışmalar oluşturabilmektedir.

  • Fiziksel veya psikiyatrik hastalıklar: Kişinin herhangi bir vasküler hastalığı, diabet, endokrin (obesite gibi) ve nörolojik hastalıklar (Multiple sklerozis, Parkinson gibi), uygulanan bir radyoterapi, cerrahi girişim öyküsü ve depresyon gibi bir psikiyatrik öyküsünün bulunması cinsel ilgi ve istek bozukluğuna, ağrılı cinsel ilişki gibi durumlara neden olmaktadır.

  • Alkol ve madde bağımlılığı: Kişinin kullandığı ilaçlar (antihipertansifler, antidepresanlar, diüretikerler), ve tüketilen alkol ve diğer keyif verici maddeler uyarılma ve orgazm üzerine olumsuz etki yapmaktadır.

  • Yaşlılık: Kadınlarda, östrojen hormonlarının salgılanmasında azalma nedeniyle bazı şikayetler oluşmaktadır(.


3.Sürdüren etkenler: Cinsel işlev bozukluklarını kronikleştiren veya durumu daha da kötü hale getiren sürdürücü etkenlerden bazıları şunlardır:




  • Yetersiz önsevişme: Cinsel birleşmeye, önsevişmeye yeterince vakit ayırmadan geçmek, uyarılma aşamasının atlanması veya yeterince önemsenmemesi orgazm bozukluğu gibi cinsel işlev bozukluklarına neden olabilir.

  • Suçluluk ve utanma duyguları: Özellikle cinsellik konusunda inhibisyonu olan kadınlarda cinsel uyarılma bozukluğu şikayetine rastlanabilmektedir.

  • Eşler arasında yetersiz iletişim: Eşlerin neden hoşlandıklarını veya birbirlerinden ne beklediklerini iletme konusunda yeteri beceriye sahip olmamaları cinsel işlev bozukluğunu sürdürmektedir.

  • Eşler arasında çekiciliğin kalmaması: Eşler arasında ilişkinin rutinleşmesi cinsel bıkkınlığa yol açmakta ve cinsel yaşamı olumsuz etkilemektedir.


Bu etkenlerin bilinmesi cinsel sorunun kişinin hangi yaşam evresinde oluştuğunun anlaşılmasına yardımcı olur. Böylece, cinsel işlev bozukluğu, cinsel yönden işlevsel olunması beklenen dönemin başından beri var ise primer, olağan bir işlevsellik döneminden sonra oluştuysa sekonder, belirli bir durum, uyaran veya eşle sınırlı değil ve her ortamda oluşuyorsa total, belirli bir durum, uyaran veya eşle sınırlı ise durumsal olarak tanımlanabilir.

Different Themes
Written by Lovely

Aenean quis feugiat elit. Quisque ultricies sollicitudin ante ut venenatis. Nulla dapibus placerat faucibus. Aenean quis leo non neque ultrices scelerisque. Nullam nec vulputate velit. Etiam fermentum turpis at magna tristique interdum.

0 yorum