Open top menu
22 Aralık 2011 Perşembe
no image

Bir çiftin 12 ay boyunca düzenli cinsel ilişkiye girdiği ve korunma yöntemi uygulamadığı halde hamile kalamama durumudur. Daha önce hiç gebelik oluşmamışsa primer (birincil) infertilite; canlı doğumla sonuçlansın ya da sonuçlanmasın en az bir gebelik oluşmuş ise sekonder (ikincil) infertilite olarak tanımlanır.
İnfertil çiftlerin sayısı, günümüzde, stresli yaşam koşulları, doğal olmayan beslenme, sigara alışkanlığı gibi sebeplere bağlı olarak artmıştır. Bugün evlenen her 6–7 çiftten birinin çocuğu olmamakta ve tıbbi yardım almak zorunda kalmaktadır. İnfertilite nedenleri arasında kadına ve erkeğe ait sebepler olabilmekle beraber bazen her ikisinde de önemli bir sorun bulunamadığı halde gebelik elde edilemeyebilir.


Bir çiftin çocuk sahibi olabilmeleri için nelerin normal olması gerekir?




  1. Kadında yumurtlamanın (ovulasyon) düzgün olması

  2. Yumurta yumurtalıktan atıldığı zaman kadının tüpünün atılan yumurtayı yakalayıp içine alması

  3. Yumurtlama döneminde ilişkiye girilmiş olması

  4. Erkeğin sperm (meni) sayısının ve sperm hareketlilik ve şeklinin hamilelik oluşturmaya elverişli halde bulunması

  5. İlişkiye girildiğinde spermlerin hamile kalmaya yetecek kadar rahim ağzından içeri girebilmesi

  6. Spermlerin hareket ederek tüplere kadar ulaşması

  7. Tüp içinde yumurta ve spermin birleşmesi ve embriyo oluşması

  8. Oluşan embriyonun birkaç gün sonra rahme gelmesi

  9. Rahme geldiğinde rahmin bunu kabul edecek şekil ve hormonal yapıda olması.Rahme yerleşen bebeğin bölünmesinin iyi şartlarda olması ve yerleşen bebekte herhangi bir genetik (kalıtımsal) bozukluk olmaması gerekmektedir.


İnfertilitenin (kısırlığın) psikolojik yönü nedir?



“İşlemediğim bir suçtan dolayı cezalandırılıyormuşum gibi bir şey, istemeyen binlerce kişinin çocuğu olduğu halde ben neden bu kadar şanssızım.”


“Sanki yaşamımın bazı alanları donmuş gibi, peki ben bunu hak edecek ne yaptım?”


“Eğer kendi çocuğumu doğuramazsam eşim beni terk eder mi?”


Üreme bir insanın yaşamındaki en önemli ve en temel ihtiyaçlardan birisidir. İnfertilite (kısırlık), ülkemizde olduğu gibi aile bağları güçlü olan toplumlarda yalnızca çifti değil onlarla beraber pek çok kişiyi etkileyen bir krizdir. İnfertil tanısı almak hem şok, inkar, kayıp hissi, suçluluk, depresyon, izolasyon veya içe çekilme, hayatın anlamının yitirilmesi gibi bireysel psikolojik sorunlara; hem de çift olarak cinsellik ve evlilikle ilgili sorunlara yol açmaktadır. Bu nedenle infertilite sadece jinekolojik bir sorun değil, psiko-sosyal bir sorun olarak görülmedir. 


Öncelikle çiftler için çocuk sahibi olmamayı kabullenmek zor gelir ve tanıyı yadsırlar. Daha sonra yaşanan duygu ise öfkedir. Kendilerine, diğer eşe, çocuklu çiftlere karşı öfke duyabilir. İnfertilite ile mücadeleye devam eden çift suçluluk yaşamaya başlar. Özellikle infertil tanısı konmuş bireyde suçluluk daha da fazladır. İnfertil birey eş tarafından terk edilmeye dair anksiyete (kaygı) yaşayabilir.  Kendini değersiz hissetme,  pek çok şeye karşı ilgi kaybı ön plana çıkabilir. Birçok kişinin çaba harcamadan yaşadığını, kendisinin asla yaşayamayacağını düşünür. Çiftler haksızlığa uğradıkları hissine kapılabilirler. Bazı çiftler uzun yıllar gebe kalma çabalarını sürdürürken, bazıları bu süreçten vazgeçerek sorunu kadere bırakır. Tedavi sürecinin uzunluğu ve sonucunun belirsizliği çiftlerin duygusal açıdan zor bir dönem geçirmelerine neden olmaktadır. Kişi infertil tanısı aldıktan sonra yaşamlarının tüm alanlarını ihmal ederek bu tedavi üzerine yoğunlaşır. Aile ve arkadaşlarla olan ilişkilerden uzaklaşılabilir, iletişim kurmada zorluklar ortaya çıkabilir. Kişi “hiçbir zaman çocuk sahibi olamayacağım” gibi olumsuz duygulara kapılabilir. İnfertil çiftlerin olumsuz duygusal tepkileri, yaşama sevincini azaltmakta, başkalarıyla ve eşleriyle olan ilişkilerini etkilemekte ve sahip oldukları sağlık sorununun yükünü daha da ağırlaştırmaktadır.


İnfertilitenin (kısırlığın) erkek ve kadın üzerinde yarattığı etki aynı mıdır?
Araştırmalar infertilite (kısırlık) sorununun çiftler arasında farklı duygusal tepkilere neden olduğu doğrultusundadır. İnfertilite çiftin problemi olduğu halde kadın ve erkek farklı duygusal tepkiler gösterebilirler. Yapılan karşılaştırılmalı çalışmalarda erkeklerde daha az sıklıkta klinik depresyon ve anksiyete (kaygı) olduğu görülmüştür. Kadınlarda daha fazla psikolojik problem ortaya çıkması tıbbi testlere daha fazla maruz kalmaları ve tedavi amacıyla aldıkları hormonların da birtakım psikolojik değişiklikler oluşturmasıyla açıklanmaktadır. Kadın ve erkeklerde başa çıkma mekanizmaları arasında da farklılıklar mevcuttur. Kadınlar duygularını paylaşabilecekleri gruplara katılırken, konuyla ilgili araştırma, daha fazla okuma eğiliminde olurken, erkekler kişisel şeyler hakkında konuşmazlar ve emosyonel (duygusal) sıkıntılarını kendilerine saklarlar. Kadınlar infertiliteyi daha çok kişiselleştirirken kayıp duygusu yaşamakta ve özgüvenlerinde azalma meydana gelmektedir.


Kısırlığı olan çiftlerde görülebilecek cinsel işlev bozuklukları nelerdir?




  • Erken Boşalma

  • Sertleşme problemi

  • Disparoni (ağrılı cinsel ilişki)

  • Vajinismus

  • Libidoda (cinsel istek) azalma

  • Orgazm güçlüğü


İnfertilite (kısırlık) evlilik ilişkisini etkilediğinde cinsel işlevde bozulmalar olabilir. İnfertilite tanısı kişilerin cinsel kimlikleriyle de özdeşleştirilir. İnfertilite ile uğraşan bireyler sıklıkla yetersiz bir erkek ve kadın gibi hissettiklerini belirtmektedirler. Tedavi sürecinde cinsellik sadece çocuk sahibi olmak için bir eyleme dönüşebilir. Özellikle belli zamanlarda kurulması önerilen ilişkiler kişiler tarafından ödev gibi algılanmaya başlanır. İnfertil birey kendini cinsel olarak yetersiz hissedebilir, ilişkiden duyduğu haz kaybolabilir. Bedene karşı öfke, hayal kırıklığı “neden ben” duyguları ön plana çıkabilir. Kısırlık teşhisi koymak için yapılması gereken testler kişiyi olumsuz etkileyerek cinsel isteksizliğe neden olabilir. Tedavi sürecinde kullanılan hormonlar da cinselliği etkileyebilir.


Stres nedir? Stres infertilite (kısırlık) tedavisini nasıl etkiler?
Stres, vücudun çeşitli içsel ve dışsal uyaranlara verdiği tepkidir. Stres insan bedeninde fizyolojik değişiklikler ortaya çıkartabilir;Stres duygusal hayatımızı etkileUmutsuzluk, gerginlik, karamsarlık,sıkıntı.




  • Adale sisteminde; gerginlik, kramplar, yorgunluk halleri.

  • Kalp damar sisteminde; çarpıntı, tansiyon yükselmesi

  • Mide bağırsak sisteminde; bulantı, kusma


Stres sonucu;





  • Kişinin üretkenliği azalır ve kaybolur.(Kişi toplumdan uzaklaşır, durgunlaşır ve içine kapanabilir.)



  • Hayatından zevk alamaz hale gelir. Hayata karşı değersizlik fikirlerinin oluşması.

  • Çevreden uzaklaşılır. (Aile çevresinden, yakın çevreden ve iş çevresinden uzaklaşılabilir.)




    Stres karşısında kişide ortaya çıkan psikolojik ön belirtiler;

  • Telaş, karar verme güçlükleri

  • Panik, korku halleri

  • Değersizlik, başarısızlık fikirlerinin oluşması


Stres kaynaklarının farkına varıp etkili bir biçimde baş edebilmeyi öğrenmemiz gerekir. Stres mi infertiliteye (kısırlığa), infertilitenin mi strese neden olduğu konusunda görüş birliğine varılamamıştır. Tedavisi başarısız olan çiftlerde yoğun stres ön plana çıkmaktadır. Özellikle tedavinin birden çok tekrarlandığı çiftlerde stres seviyesinin daha yüksek olduğu saptanmıştır. Ancak stresin kısırlık nedeni olduğunu gösteren bilimsel kanıt çok zayıftır. Buna ek olarak stres hormonal dengeyi bozabilir, erkeklerde sperm sayısında ve hareketlerinde azalmaya yani stresin erkeklerde semen kalitesini düşürerek üreme işlevlerini olumsuz etkilediğine dair araştırmalar vardır, kadınlarda ise ovulasyonu (yumurtlamayı) etkileyebilir ve progesteron eksikliğine neden olarak gebeliğin devam etmesini engelleyebilir. Ayrıca tedavi sürecinde devam eden tetkikler, iğne ve ilaç kullanımı fiziksel ve duygusal olarak stres kaynağıdır. Psikolojik sorunların tek başına kısırlığın nedeni olmadığı, stresin kısırlığa sebep olduğu tezinin henüz ispatlanmadığı fakat stresin bilinen etkisinin kısırlık sorununa olumsuz yansıdığı bilinmektedir.


İnfertilitenin (kısırlığın) tanı ve tedavi sürecinde psikolojik desteğe ihtiyaç duyulup duyulmadığı nasıl anlaşır?
İnfertilite tanısı ve tedavi sürecindeki tüm bu zorluklar başlangıçtaki olumsuz duygulanımlardan öte zamanla depresyon, anksiyete (kaygı) bozuklukları gibi psikiyatrik tabloların gelişmesine de neden olabilmektedir. Tedavinin süresi, tedavi şekli, kişilik özellikleri, uyum süreçleri, destek sistemleri gibi faktörler infertiliteye ait psikolojik tepkilerin gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Kişinin psikolojik durumunun etkisi tedavi başarısında önemlidir. İnfertilite tedavi sürecindeki çiftlerin psikolojik destek alma konusunda bilinçli olması ve gereğinde psikiyatri ya da psikoloji uzmanlarıyla iletişimde bulunmaları gerekmektedir.


Aşağıdaki süreçlerden birini ya da birkaçını yaşanıyorsa mutlaka bir uzmana başvurulmalıdır:




  • sosyal aktivitelerden uzaklaşma,

  • enerji ve motivasyon eksikliği,

  • yaşama karşı ilgisizlik, keyif alamama ve umutsuzluk,

  • konsantre olmakta güçlük, dikkatin dağılması,

  • kendini, olayları ve ilişkileri negatif değerlendirme,

  • sık ağlama ve umutsuzluk,

  • öfke ve kızgınlık duyguları,

  • suçluluk ve değersizlik duyguları,

  • iştahın artması veya azalması, aşırı kilo alma veya verme,

  • uyku düzeninin değişmesi, uykuya dalmakta güçlük, sık/erken uyanma, normale göre çok uyuma

  • yorgun, huzursuz ve aşırı kaygılı olma,

  • alkol veya ilaç kullanmaya başlama veya bu maddelerin tüketimini arttırma,

  •  tedavinin başarısı konusuna aşırı yoğunlaşma ve bu konularda aşırı endişeli olma.


Kaynak:Cetad

Read more
no image

Cinsel isteğin varlığı çeşitli etkenlere bağlıdır: biyolojik etkenler, yeterli kendilik saygısı, cinsellikle ilgili daha önceki olumlu deneyimler, uygun bir partnerin varlığı, cinsel olmayan alanlarda da partnerle iyi bir ilişkinin olması. Bu etkenlerden herhangi birinde sorun olması isteği azaltabilir.


Cinsel istek çeşitli biyolojik, gelişimsel, psikolojik, kişiler arası, kültürel ve çevresel faktörlerden etkilenmektedir. Etkili biyolojik faktörler hormonal dengesizlik veya yetersizlik, nörotransmiter dengesizliği, ilaç yan etkileri, akut veya kronik hastalıklardır. Etkileyen gelişimsel faktörler cinsel eğitim ve izin eksikliği; duygusal, fiziksel, sözel ve şefkat yoksunluğu ile geçen çocukluk veya ergenliktir. Psikolojik faktörler ise anksiyete, depresyon, bağlanma güçlükleri, kişilik bozuklukları ve diğer psikiyatrik bozukluklardır. Kişiler arası faktörler ilişki uyumsuzluğu, kayıplar, partnerin cinsel bilgi eksikliği veya cinsel işlev bozukluğudur. Kültürel faktörler ise uygun cinsel birleşme ile ilgili dini veya kültürel adetlerdir. Etkili çevresel faktörler de mahremiyet, güvenlik ve çevre ile ilgili konfordur.


Azalmış cinsel istek kişide belirgin bir sıkıntıya veya çift ilişkisinde zorluklara yol açan cinsel ilgi, istek ve fantezilerdeki azalmadır. Cinsel istek problemleri cinsel terapi merkezlerine en sık başvuru nedenidir ve cinsel terapi için başvuran çiftlerin yaklaşık yarısında görülür. Cinsel istek bozukluklarının tedavisi yüksek oranda eşlik eden diğer cinsel işlev bozuklukları tarafından güçleştirilmektedir.


Azalmış cinsel istek bozukluğu hem erkeklerde hem de kadınlarda görülebilir; bu kişiler, cinsel etkinlik başladığında bir işlev bozukluğu yaşamayabilir. Buna karşın, azalmış cinsel istek başka bir cinsel işlev bozukluğunu örtmek için kullanılabiliyor da olabilir. İstek eksikliği cinsel ilişki sıklığının azalması, partnerin çekici olarak görülmemesi, ya da açık olarak isteksizlik yakınması şeklinde ifade edilebilir. Hastada cinsellikle ilgili düşüncelerin ya da fantezilerin çok az olduğu ya da hiç olmadığı, cinsel içerikli uyaranlara karşı tepkinin az olduğu ve cinsel deneyim başlatmada ilginin az olduğu görülür.


Bütün nüfusun %20’sinde azalmış cinsel istek bozukluğu olduğu düşünülmektedir. Bu yakınma kadınlarda daha sık görülür. İstek bozuklukları Amerikalı kadınlarda %32, Amerikalı erkeklerde %15 oranında görülmektedir. Bazı çalışmalar ise gerçek oranın daha yüksek olabileceğini göstermiştir. Yaşlanma, gebelik, menopoz gibi durumlar da cinsel istekte değişikliklere yol açabilmektedir. Menopozun cinsellik üzerinde olumsuz etkileri vardır. Menopoz sonrası dönemdeki kadınların en sık bildirdikleri cinsel problem azalmış cinsel istektir. Menopoz sonrası dönemdeki kadınların %40-50’sinin azalmış cinsel istek yaşadığı, oysa menopoz öncesi kadınlarda bu oranın %15-25 olduğu bildirilmektedir.


Çalışmaların çoğu cinsel isteğin yaşla birlikte hem kadın hem de erkeklerde azaldığını göstermiştir. Ancak ilginç olarak cinsel istek azalmasından yakınma derecesi de yaşla birlikte azalmaktadır. Cinsel istekte cinsiyete göre de değişiklikler olmaktadır.


Erkekler cinsel ilişkiyi, partneri ile yeniden ilişki kurma ve yakın olmanın yolu olarak görürken, kadınlar cinsel ilişkiyi duygusal yakınlığın sonucu olarak algılamaktadır.


İstek azlığı ayrıca kronik stres, anksiyete, ya da depresyon sonucunda gelişebilir. Cinsel istek ilişki ile ilgili faktörlerden de etkilenebilmektedir. İstek sorunları bir düşmanlık ifadesi ya da ilişkinin kötüye gittiğiyle ilgili bir işaret olabilir. Kültür de cinsel isteği etkilemektedir. Cinsellikle ilgili aşırı katı, yargılayıcı tutumlar cinsel istekte azalmaya neden olabilmektedir. Farklı kültürlerde farklı azalmış cinsel istek oranları bildiren çalışmalar vardır.


Cinsel isteksizlik hem kadın hem de erkeklerde cinsel ilişki sıklığını etkileyebilmektedir. Cinsel ‘normallik’ olarak tanımlanan bir cinsel ilişki sıklığı yoktur. Cinsel ilişki sıklığını etkileyen birçok faktör vardır: yaş, eşitlik, ilişki süreci, gebelik, zaman, ilişkinin durumu, üreme amacı ve doğum kontrol yöntemlerinin kullanımı. Kadınlarda azalmış cinsel istek son yıllarda tartışılmaktadır ve birçok anlamda erkek cinsel isteksizliğinden farklı olduğu düşünülmektedir. Birçok kadının hiçbir zaman kendiliğinden cinsel istek yaşamadığını, ancak cinsel aktivite başladıktan sonra yanıt verdikleri ve ilgi duydukları gerçeğini dikkate alarak genişletilmesi gerektiği fikri ortaya atılmış ve kadınlarda azalmış cinsel istek yerine son yıllarda azalmış cinsel ilgi ve uyarılma bozukluğu terimi önerilmektedir. Azalmış cinsel istekli kadınlar istekli partnerin baskısı veya suçluluk ve suçlanmadan kaçınma nedeniyle cinsel ilişkilere devam edebilmektedir. Azalmış cinsel istekli erkekler ise ikincil olarak sertleşme bozukluğu da yaşamaktadır. Bununla birlikte birçok araştırmacıya göre kadın ve erkeklerin kendi içindeki istek farkı, cinsiyetler arasındaki farklardan daha fazladır.


Sonuç olarak azalmış cinsel istek her yaştaki ve her sosyokültürel durumdaki kadın ve erkekleri etkileyebilen, sık görülen, çok çeşitli faktörlerden etkilenen bir cinsel işlev bozukluğudur. Çok çeşitli nedenlerden kaynaklanabildiğinden, cinsel terapiye başlamadan önce ayrıntılı bir değerlendirmeye ihtiyaç duyulmaktadır. Bazı durumlarda üroloji ve kadın doğum muayenesine de ihtiyaç duyulabilmektedir. Ayrıca azalmış cinsel isteğin kötü giden bir ilişkinin sonucu olduğu durumlarda cinsel terapiden önce çift terapisi gerekebilmektedir.

Read more
17 Aralık 2011 Cumartesi
no image

Çocuğa üreme ile ilgili olarak anlayabileceği bilgiler verilmesi önemli bir cinsel eğitim konusudur.Çocuklar için bebeğin nasıl dünyaya geldiği çok merak uyandıran bir konudur. Çocuklara canlıların nasıl dünyaya geldiklerini açıklayan (yumurtadan veya memeli doğumu) bilgiler verilmelidir. Anne baba güvenilir ve içten bir biçimde davranırsa çocukta anne babasıyla ilişkisini güven ve içtenlik üzerine kuracaktır.


Çocuklar 4-6 yaşları arasında bebeklerin nereden geldiğini ve doğum ile ilgili konuları merak ederler. Bir komşunun veya annenin hamileliği ve yeni bir bebeğin dünyaya gelişi ilgisini çeker.


Genellikle 3 yaşından itibaren, çocuklar cinsellikle ilgili sorular sormaya başlarlar. Doktorculuk ve evcilik gibi oyunlar, bu konudaki meraklarını belli eder. Türk toplumuna, bu tip konuların konuşulması tabu gibidir. Çocukların sorduğu sorular geçiştirilir; belirgin bir cinsiyet ayrımcılığı yapılır. Çocuklar biraz daha büyüdüklerinde, 3-4 yaşlarındayken, bebeklerin nereden geldiklerini merak ederler. Aile  yine bu tür soruları geçiştirmeye çalışır. Çünkü nasıl cevap vereceklerini bilememektedirler (Bilgin vd., 2005: 139).


Okul çağı çocuğunun cinsellikle ilgili soruları, yasaklama ve cezalandırma gibi yöntemlere başvurmaksızın yanıtlanmalıdır. Genel olarak bu dönemdeki çocuklar


döllenme,


bebeğin doğumu ve gelişimi,


ergenlik belirtileri kadın ve erkek üreme organlarının adları ve


evliliğin anlamı gibi konularda bilgilendirilmek istenmektedirler(Bilgin vd., 2005: 139).


Annenin doğumdaki tutumu da bu etkenler içinde sayılmalıdır. Kadın olmaktan kıvanç duyuyor mu? Dünyaya getirdiği bu varlığı, kadınlığını kanıtlayan bir can olarak mı görüyor? Yoksa doğumu sancılı bir uğursuzluk, zayıf cinsin bir özelliği olarak mı nitelendiriyor? Bunun gibi, doğumda kocasının yanında olmasını istemesi, çocuğun yaşamına onun da katıldığını açıklamaz mı ? Bazen de utanç nedeniyle yalnız kalmayı yeğler.
Annenin çocuğunu emzirmek istemesi ya da bunu reddetmesi, cinsellik konusunda tutumunu belirler. Çocuğunu beslemek fikri onda içgüdüsel bir duraksama yaratabilir ya da vücudunun bozulacağından kaygılanır. Böylece çocuk ana babanın gözünde ilk günden, belki de daha önceden bir cinsellik simgesi kazanır (Pernoud, 1977: 58-59).

Read more
no image

Çocukları cinsel tehlikeler konusunda eğitmek, cinsel eğitimin konularından birisidir. Bu konuda da eğitimin birinci prensibi, çocuk-ebeveyn arasında iletişim ve cinsel konuları konuşabilme alışkanlığıdır. Çocuk, ebeveyn sevgisinin, hata yaptığında ve suçlu olduğunda da değişmeyeceğini bilmelidir. Bu sayede gerekli bilgiler öğretilebilir. Böylece çocuk karşılaştığı sorunları daha başlangıç safhasındayken ebeveynine haber verebilir.


Çocuklar kendilerinin bedenlerinin özel kısımlarını kimsenin okşamaması ve dokunmaması gerektiğini bilmelidir. Bu yasağın yabancılara olduğu kadar, ebeveynler dışında aileden, akrabalardan ve komşulardan olan kişiler için de geçerli olduğu vurgulanmalıdır. Birisinin böyle bir davranışta bulunması halinde çocuğa, oradan hemen uzaklaşması ve ebeveynine haber vermesi gerektiği öğretilmelidir. Çocuk, kendisine başkalarınında cinsel bölgelerini göstermemesi gerektiği, çıplak resimlerin de aynı şekilde gösterilmesinin doğru olmadığı konusunda uyarılmalıdır.


Çocuğun eğitimi yanında, ebeveynin bazı tedbirleri alması, çocuk sapıklarından korunmak için şarttır. Bunun için:




  • Çocukların okula, oyuna, gezmeye gidiş-geliş saatleri, kimlerle beraber olacakları,nerelere gidecekleri tam olarak bilinmeli, zaman zaman denetlemeler yapılmalıdır. Çocuk sapıkları daha çok, okuldan kaçamaklar yapan, yalnız dolaşan, oyun salonlarına düşkün ve kontrolsüz olan çocukları tercih ederler. Bu nedenle çocuğun 24 saati ebeveynin kontrolünde olmak zorundadır.

  • Çocukların arkadaşları , aileleri tanınmalı , eğer arkadaşlarının evine gönderiliyorsa, başka kimlerin orada bulunduğu da bilinmelidir.

  • Çocukların parkları ve oyun alanlarının özellikleri bilinmeli, bu tip yerlerde küçükler kontrolsüz bırakılmamalıdır. Bir erişkin, çocuğa sebepsiz ilgi gösteriyorsa, büyük bir çocuk küçüklerle beraber olmayı istiyor, onların oyununa katılıyorsa sebebi sorgulanmalıdır.

  • Çocuğa verilen hediyelerin kimden geldiği ve niçin verildiği bilinmelidir.

  • Çocukların teslim edildiği bakıcılar, bakım evlerine gönderiliyorsa orada çalışanların tümünün kim olduğu araştırılmalı, geçmişleri ile ilgili bilgiler elde edilmelidir. Çocuktan ayrı kalman saatlerde neler yapıldığı, neler seyredildiği anlattırılmalıdır.

  • İnternette çocuğun dolaştığı web sayfaları ve kimlerle iletişim kurduğu zaman zaman kontrol edilmelidir. Bilgisayarın, çocuğun odasında değil de, salon gibi genel bir alanda bulundurulması faydalıdır.Ayrıca pornografik web sitelerini bloke eden bilgisayar programlarından faydalanılmalıdır. Keza televizyondaki seks kanalları için şifre imkânı sağlayan cihazlardan da yararlanılabilir (Taşçı , 2003: 129-130).


Çocukların ve gençlerin cinsel tehlikelerden korunabilmesi için öncelikle tehlikelerin farkında olunması gerekir. Bireysel ve toplumsal birçok zararlara neden olabilen cinsellikle ilgili tehlikelerin en önemlileri şunlardır:




  • Kızlar ve erkekler arasında zamansız, duygusal ilişkiler,

  • Cinsel istismar ve tecavüz olayları ,

  • Cinsel eğilimlerle oluşan arkadaş guruplarındaki alkol ve uyuşturucu bağımlılıkları

Read more
16 Aralık 2011 Cuma
no image

Her çocuk gelişebilmek için doğduğu andan itibaren, beslenmeye, uykuya, hareket edebilmeye, konuşmaya gereksinim duyar. Bunların yanı sıra çocuğun da diğer bireyler gibi sevme, sevilme, sahip çıkılma ve güven içinde olma, kendini başarılı ve yeterli hissetme, özgürlük kazanma gibi temel ruhsal gereksinmeleri vardır. Tüm bu gereksinmelere çocuk aile içinde doyum sağlar (Aktaran: Sivri, 1993: 42).
Birey hayatının başladığı yer olan aile, sosyal yapının en küçük ünitesidir. Toplum bilimciler tarafından günümüze değin çeşitli yönleriyle ele alınan ailenin temel karakteristiklerinden biri evrensel olmasıdır. Sosyologlara göre aile teşkilatına rastlanmayan bir insan grubu ve kabilesi yoktur. Ayrı zamanlarda ve değişik toplumlarda aileye atfedilen görevler farklılıklar gösterse bile, bu birincil grup insanlık tarihi boyunca olagelmiştir. Aile içi roller ve beklentiler, toplumsal değişmelerle değiştiği için ailenin işlevlerinin kesin bir listesini yapabilmek zordur. Elliot ve Merill ailenin görevlerini 8 ayrı grupta toplamaya çalışmışlardır. Bunlar:
1- Biyolojik görev
2- Ekonomik görev
3- Koruyuculuk görevi
4- Psikolojik görev
5- Eğitim görevi
6- Dini görev
7- Boş zamanları değerlendirme görevi
8- Prestij sağlama görevidir (Konuk, 1994: 20).
Aile, içinde bulunduğu toplumun bir birimi olarak, onun özelliklerini taşır. Toplumun değer yargılarını, gelenek ve göreneklerini, beğenilerini, inançlarını, önyargılarını kısacası kültürünü yansıtır. Bunun yanı sıra, özel bir içyapısı ve kendine özgü bir işleyişi vardır. Bu bakımdan toplumla sürekli etkileşim içindedir. Aile, insan yaşamının üzerinde doğumdan önce başlayan ve ilk gelişim yıllarından ömrünün sonuna dek etkisini sürdüren bir kurumdur.
Aile, insanlık tarihi boyunca var olan ve değişmeler karşısında sürekliliğini her zaman koruyan bir kurumdur. Bugüne kadar kurulmuş olan bütün medeniyetlerde, bütün hukuk sistemlerinde ve dinlerde toplumsal hayatı, birlik ve bütünlüğü sağlamaya yönelik düzenlemelerin esas objesi aile olmuştur. Her toplumda bireylerin duygusal, fiziki ve maddi ihtiyaçlarını öncelikle karşılayan bir temel kurum niteliğindeki aile, yukarı da belirtilen özellikleri sebebiyle hem tarihi gelişim süreci içinde hem de bugünkü yapıları itibariyle sosyolojik olarak da incelenmelidir (Karmı ş, 1990: 1).
Aile, insanoğlunun en derin eğitim etkilerini aldığı, pek çok şeyler öğrendiği ve hayata hazırlandığı bir okuldur. Diğer yönden aile, dünyaya masum ve nötr bir özellikte gelen çocuğa, hem ferdi hem de sosyal ve kültürel yönden kimlik kazandıran bir yerdir. Çocuğun bir şahsiyeti bir nevi aile eğitimi vasıtasıyla oluşmaktadır. Verdikleri eğitimle çocukların şahsiyetini çizen aileler, dolayısıyla mensubu bulundukları milletin de şahsiyet kederini çizmektedir (Karmış, 1990: 1).


Üyeler arasındaki muhtelif rollerin organizasyonu aile sistemini meydana getirir. Bu nedenle aile, üyeleri arası ndaki ilişkilerden ve ilişkilerin yapılaşmasından doğan kurumlar olarak tanımlanabilir. Diğer bir tanımda, aile cinsler arası ilişkileri insan soyunun çoğalmasını kurallara bağlayan, istikrara kavuşturan ve standartlaştıran davranışlar sistemidir. Bir toplumda en güçlü kurumlardan biride ailedir. Çünkü nesiller arası kültürel mirasın taşınmasında ve sosyalleşme sürecinde aile temel kurumdur. Ailenin yapı ve fonksiyonları toplumsal değişmeye paralel olarak değişmektedir. Tarihi varlık alanında gözlendiği zaman diğer sosyal kurumlar gibi aile de yapı itibariyle değişmeye uğramıştır. Ancak aile kurumunun değişmesi oldukça yavaş olmuştur. Bütün değişikliklere rağmen çekirdek aile  özelliğini korumaktadır (Gümüş, 2006: 43).
İslâm, çocuğun hayatını eğitim açısından belli dönemlere ayırır. Çocuk kız olsun, erkek olsun belli bir yaşa kadar onların terbiye ve eğitiminde birinci derecede rol oynaması gereken kimse annedir, yani kadındır. Çocuk, temyiz ve buluğ (ergenlik) çağına kadar, iyiyi kötüden ayırt edemez. Devamlı olarak anne ve babanın veya bunların yerini alacak bir aile büyüğünün gözetim ve terbiyesine muhtaçtır. İşte çocuğun süt devresinden sonra, belli bir yaşa kadar yetiştirilip eğitilmesine "hı dane" adı verilir. Hı dane'de annenin yokluğu halinde, belli bir derecelenmeye göre kadın yakınlardır. O halde İslâm hukukçularına göre temyiz (yedi) yaşına kadar, kız olsun erkek olsun bütün çocukların terbiye ve eğitimleri fıtraten, şefkat ve merhamet yönleriyle erkeklere daha üstün olan kadınlara emanet edilmelidir (Koşum, 2004: 22).
Yüce Allah’ın çocuklara bakmakla yükümlü olan kişilere -kefaleti altında olduğu müddetçe- çocukla ilgili olarak emretmiş olduğu bir takım hükümleri vardır. Bu emirlere muhatap olan çocuk değil, ona bakmakla yükümlü olan şahıstır (İbni Kayyım, 1997: 13).
Çocuğun zorunlu olarak katıldığı ilk çevre aile, özellikle anne, sosyalleşme bağlamında dini değerlerin objektif olarak kazandırılmasında önem taşımaktadır.
Çocuğun büyükleriyle arasındaki duyuş, yaşayış, algı, görgü birliğinin ne zaman başladığını kesin sınırlarla çevreleyemeyiz ama her ne olursa olsun duygusal beraberliğin psikolojik fonksiyonlar için taşıdığı değer büyüktür (Konuk, 1994: 100).
Cinsiyete dayalı bazı suçlar bizzat aile müessesesine yönelik yıkıcı tehlikeyi oluşturduğundan üzerine daha fazla dikkat çekmiştir. İslâm’da aile müessesesinin kurulması kadar korunması da himaye edildiğinden Kuran’da konuya belli ölçüde değinilmiş, daha sonra fukahâ tarafından da derinlemesine ele alınmıştır. Ailenin önemi nedeniyledir ki Kuran’daki ahkâmla ilgili ayetlerin büyük bir kısmı sadece bununla ilgili çeşitli konulara hasredilmiştir.
Toplumun çekirdeğini oluşturduğundan, aileyi tehlikeye sokmaya yönelik eylemler topluma zarar vermektedir. İslam ceza hukukunda toplum nizamını bozacak suçlar had cezalarıyla cezalandırılmaktadırlar. Aile müessesesini tehlikeye sokan zina ve namusa iftira suçları amme menfaatine zarar verdiğinden dolayı cezaları had cezası olarak takdir edilmiştir. Fakihler zina konusuna titiz bir şekilde eğilmişlerdir. Buna yol açacak etkenlerin ortadan kaldırılmasına çalışmanın yanı sıra bir taraftan da bu cürümü isleyenlerin cezasını belirlemiştir. Suçu, toplum düzenini bozmaya yönelik olarak değerlendirdiklerinden, fakihler bu konuda iddiayı ileri sürmenin sadece mağdur tarafın değil, o toplumda yasayan ve bu vasıtayla mağdur olacak her kişinin hakkı olarak görmüşlerdir (Hasanov, 2007: 115).
Babanın tam gün çalışıp, annenin evde oturduğu ailelerde roller açıkça çocuğun gözü önüne serilir. Her ikisinin de çalıştığı durumlarda ise roller birbirine yaklaşır. Anne, baba gibi çalışmakta, baba da çocuk bakımı , ev işleri gibi işler yapabilmektedir. Bu nedenle çocuk anne babasının cinsiyet rolleri hakkında daha az farklılıklar gözlemektedir.Çalışan ve çalışmayan anneler üzerinde yapılan bazı araştırmalarda, çalışan kadınların çalışmayan kadınlara göre kendilerini daha bağımsız, güvenli, egemen ve erkeğe özgü cinsiyet rolü ile ilgili kalıp yargıları benimsemiş olarak algıladıkları saptanmıştır. Ayrıca ailede işbölümü açısından da katı tutumlardan ayrılarak, eşler arasında daha çok eşitlikçi bir yaklaşımla işlerin paylaşılması gözlenmiştir (Baran, 1995: 25).
Cinsellik duygusu Allah’ ın yattığı bir fıtrattır (Özbek, 1996: 51). Çocukların cinsellikle ilgili duygularının gelişmesinde, aile içindeki bireylerin konuşmaları ,davranışları ve hareketleri önemli yer tutar. Çocuklara, küçük yaşlardan itibaren kapıları çalmadan, "gir" sesini duymadan kapalı kapıları açmamaları gerektiği öğretilmelidir. Bu davranışa gerekçe olarak da; bazen insanların yalnız kalmak isteyebilecekleri, çıplak veya çamaşırlarını değiştiriyor olabilecekleri, bu esnada birinin görmesinden rahatsız olunacağı gibi açıklamalar yapılmalı dır. Çocuklara kapı çalma alışkanlığı, onların odasına girerken de kapılarının çalınması ile pekiştirilebilir.
Ebeveynlerin birbirine sevecen davranışları, el ele tutuşmaları, muhabbetleri, çocuğun sevgi davranışlarını görerek öğrenmesine yardımcıdır. Ebeveynler çocuklarına, bu tip davranışları, ancak karı kocanın birbirine yapabileceklerini anlatmalıdırlar. Böylece çocuk ailenin sevgi ortamı olduğunu, bir eşe sahip olmanın güzel bir şey olduğunu hissedecektir.Ancak ebeveynlerin bu tip davranışları çocukların yanında, aşırı, uzun süreli ve çocuğu ihmal edici tarzda olmamalıdır. Bu durumda çocuk kıskançlık duyabilir ve rahatsızlı k hissedebilir (Taşçı , 2003: 88-90).
Ebeveynler, çocukların yanında giyinip-soyunurken ölçülü olmak zorundadırlar. Herkesin kendine ait vücutlarının özel kısımları olduğu, buraların, çocukları da olsa başkalarının yanında açılmayacağı bilinci oluşturulmalıdır. Özellikle ergenlik çağındaki erkek çocuklarının yanında, şeffaf geceliği ile kahvaltı hazırlayan anne, çocuğunu rahatsız ettiğini bilmelidir. Çocuklar ebeveynlerinin cinsel yönünü görmek istemezler. Ergenlik çağındaki kızlarında anneleri gibi, babalarının ve abilerinin yanında kıyafetlerinde ölçülü olmaları gerekir.
Küçük çocukların birlikte yatmasında sakınca yoktur. Ancak yine de çocukların kendilerine ait yataklarının olması uygun olur. Büyük çocukların ise aynı yatakta yatmaması gerekir.Özellikle ergenlik çağındaki çocuklar, küçük kardeşleri ile birlikte yatırılmamalıdır. Çocuklar ebeveynlerinin yatağında yatmayı çok severler. Hem onların sevgisi hem de anne-babanın beraber yatması na duyulan kıskançlık, ebeveynin yataklarını cazipleştirir. Çocuk korktuğu durumlarda, sıkıntılı hallerinde, sabah uyanınca geçici olarak yatağa alınsa da, bunu alışkanlık edinmemelidir (Taşçı , 2003: 88-90).
Babalar çocuğun bakımına az katılmasına rağmen oyunlarına anneden daha fazla katılırlar.Babaların oyun şekilleri, annelerinkine oranla oldukça farklıdır. Çocuğun bakımının her iki ebeveyn tarafından paylaşıldığı zaman,çocukların kafasında daha dengeli ve gerçekçi anne baba imajları oluşur (Bilgin vd., 2005: 137). Eğiten, dominant ve çocuk bakımı na aktif katılan babalar, büyük olasılıkla erkeksi oğullar ve kadınsı kızlar yetiştirirler. Baba yokluğunda, erkek çocukların daha düşük erkeklik puanlarına sahip oldukları ve babasız evlerde büyüyen erkeklerin yetişkin yaşamlarında daha az başarılı seksüel uyum gösterdikleri saptanmıştır. Genel olarak, erken dönemde baba yoksunluğunun, erkeklerin psikoseksüel gelişimi üzerine derin etkileri olmaktadır (Bilgin vd., 2005: 137).
Çocukluk dönemi en uzun süren canlı yine insandır. Kendi türüne ait davranışları gösterecek yaşa gelinceye kadar (0-12 yaş) büyük bir ihtimama muhtaçtır. Bu dönem tamamen eğitimle geçer. İnsan için eğitim hayat boyu sürer. Yani beşikten mezara kadar (0-12) yaş döneminin ise insan hayatında başlı başına ayrı bir özelliği vardır. Diyebiliriz ki, insan ancak eğitimle insan olur.İşte bu eğitimin birinci derecede verildiği yer ailedir.
Genel olarak aile şu hizmetleri yerine getirir:
a) Çocukların fizyolojik (yeme, içme, barınma ve giyinme) ihtiyaçlarını karşılar.
b) Manevi (sevgi, güven) ihtiyaçları karşılar.
c) Şahsiyetlerin oluşmasına hizmet eder.
d) Ailedeki yetişkin kimselerin psikolojik ihtiyaçlarını karşılar.
e) Vatan, millet, kardeşlik, dayanışma, karşılıklı saygı,fedakârlık ve sevgi duygularının en mükemmel şekliyle işlendiği yer aile ocağıdır. Bu sebepten sık sık ev değiştiren ailelerin çocuklarının kararsız ve sebatsız oldukları müşahede edilmiştir.
Ailenin önemini kavramak için, bu ortamdan yoksun olan çocukların karşılaştıkları problemleri göz önüne getirmek yeterlidir.
Bunları şu başlıklar altında sıralayabiliriz:
a) Üvey anne ya da baba problemi
b) Çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları
c) Yetim çocuk


d) Evden kaçan çocuklar
e) Çocuk suçluluğu
f) Kötü alışkanlık ve çocuk (Özbek, 1996: 50).

Read more
no image

Cinsel sağlık, cinselliğin fiziksel, duygusal, sosyal ve entelektüel yönlerinin kişiliği, iletişimi ve sevgiyi geliştirecek yönde bütünleşmesidir. Üreme sağlığı, insanların doyurucu ve güvenli bir cinsel yaşama ve üreme yeteneklerine sahip olmaları ile bu yeteneği kullanıp kullanmayacakları, ne zaman ve ne sıklıkta kullanacakları konusunda karar verebilme özgürlüklerinin olmasıdır.


Sağlıklı bir cinsel gelişim, insanın sağlıklı olabilmesi için bir zorunluluktur. Çünkü cinsel sağlıksızlık, insanın öteki bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal gelişimini, kısaca kişiliğini de etkiler.Ayrıca cinsel sağlıksızlık,insanın tüm güdülerini cinsel güdüsünün etkisi altına sokarak onu sapkınlaştırabilir.Bu yüzden,cinsel eğitim, insanın, yaşamsal bir gereksinmesidir.


Cinsel sağlık, genel sağlığın içinde önemli bir yer tutmaktadır. Cinsel sağlık, sadece hastalık ve sakatlığın olmaması değil aynı zamanda fiziksel, duygusal, zihinsel ve sosyal iyilik hali olarak tanımlanmaktadır.Cinsel sağlık, cinsellik ve cinsel ilişkiye pozitif ve saygılı yaklaşımı ve cinsel haz almak kadar; zorlama, fark gözetme ve şiddetten uzak güvenli cinsel deneyimler yaşamayı gerektirmektedir.Cinsel sağlığı cinsel yaşamın bedensel,zihinsel, ruhsal ve sosyal açıdan bir bütün olarak ele alınması yoluyla kişilik,iletişim ve sevginin olumlu yönde zenginleşmesi, güçlenmesi olarak tanımlamaktadır.


Cinsel sağlık eğitimi, cinsel organların anatomi ve fizyolojisinin yanısıra ikincil cinsiyet özellikleri ve bunların gelişimiyle de ilgilenir. Bireyin duygusal yapılanışındaki değişiklikler konusunda da bilgiler sunarak, bireyin değişik yaşam koşullarına uyumunu kolaylaştıracak tepkilerin oluşmasını sağlar. Aynı zamanda insan onuru ve bireylerarası ilişkiler, değişen aile rolleri, kadının toplum ve aile içindeki konumu, sağlıklı ve duyarlı kadın-erkek ilişkisi,cinsel eşe saygı ve cinsel ilişkilerdeki bağlılık kavramı da bu kapsam içindedir.


Cinsel sağlık, "cinsel yönden fiziksel, ruhsal ve sosyal iyilik hali" olarak tanımlanır. Cinsel eğitimin amacı, cinsel yönden sağlıklı bireylere ve dolayısıyla sağlıklı bir topluma ulaşmaktır.Bu amaca ulaşmak için cinsellikle ilgili gerekli bilgileri öğrenme, olumlu duygu ve davranışları kazanma çabalarının tümüne cinsel eğitim denebilir.


Öğrenciler, temizliğe ve korunmaya ne denli özen gösterirlerse göstersinler, üreme sistemi hastalıklarına yakalanabilirler.Genellikle gençler,bu tür hastalıklarını gizlerler,hekime gitmezler. Hastalanmaktan dolayı utanmanın yersiz olduğuna;gizlendiğinde sorunun büyük boyutlara ulaşacağına onları inandırmak gerekir.


Cinsel yönden sağlıklı kişinin ve toplumun özellikleri şunlardır;




  • Sevme, sevgisini sunabilme ve sunulan sevgiyi algılayabilme kapasitesine sahiptir,

  • Saygı, güven, hoşgörü duygularına sahip olup, bunları davranış haline getirmiştir.

  • Kendine ve başkalarına olan sorumluluklarını bilir ve bunları yerine getirmeye gayret eder.

  • Cinsel arzularını uygun tarzda gidermeyi ister ve gerektiği zaman cinsel arzularını baskılayabilirler.

  • Kendi ve karşı cinsin temel bedensel yapı ve özelliklerini bilir. Bu konularda yanlış kanaatlere sahip değildir.

  • Cinsellikle ilgili sorunlarını nasıl çözmesi gerektiğinin bilincindedir.

  • Kendine ve yakınlarına yönelik cinsellikle ilgili tehlikeleri bilir ve bunları önlemek için tedbirler alır.

  • Gençler, sağlıklı cinsel duygularla yetişmiştir.Enerjisini,cinsel tatmin arayışları yerine; gelişmek, ilerlemek ve üretmek için harcar.

  • Cinsel ihtiyaçları için ahlâki değerler hâkimdir.

  • Sevgi, saygı, hoşgörü ortamıyla örülü kendilerine ve çocuklarına karşı sorumluluklarını bilen, sağlıklı aile yapısı mevcuttur.

Read more
no image

Cinsel gelişim evreleri, erinlik çağından sonra görülen asıl cinsel yaşam için bir "hazırlık" olarak kabul ediliyor.Çocuğun bu evrelerden birinde saplanıp kalması doğru değildir. "Cinsel sapıklık" adı verilen davranışların nedeni budur. Bu evreleri çocuk, normal bir biçimde atlatabilmelidir. Bu da eğitimle sağlanacak bir iştir (Şentürk, 2006: 16).

Toplumun olağan ve saydığı cinsel davranışlara aykırı davranmaya ve yasak sayılan cinsel ilişkilerde bulunmaya cinsel sapkınlık denir. Bunları yapanlara ve yapmayı sürdürenlere de cinsel sapık denir. Çocuğu cinsel sapkınlığa yönelten nedenlerin başında, çevrenin çocuğa yaptığı cinsel kötü davranışların (istismarın) geldiği savı, gücünü korumaktadır.
İlk çocukluk evresinde çocuğu cinsel sapmaya yönelten cinsel kötü davranıştır. Bilerek ya da bilmeyerek, çocuğa karşı yöneltilen cinsel kötü davranışlar şunlardır: Çocuğu cinsel amaçla kucaklamak, öpmek, okşamak. Çocuğu sürekli ve sık sık dudaklarından öpmek. Çocuğun altını değiştirirken ya da yıkarken cinslik kasıtlı olarak ovmak. Çocuğu, cinslik organıyla oynamaya öz doyuma zorlamak. Temel eğitime başlamasına karşın çocukla birlikte yıkanmak çocuğu cinsel amaçla gözetlemek ya da aynı amaçla çocuğun başkasını gözetlemesine izin vermek, cinsel içerikli sövmek. Çocuğun önünde sık sık cinslik organlarını övücü ya da yerici konuşmalar yapmak. Çocuğun göreceği, duyacağı , gözetleyebileceği biçimde cinsel ilişkiler sergilemek. Çocuğun sevgisini kazanmak ve bağlanmasını sağlamak amacıyla ona olağandışı davranmak ve davranmayı sürdürmek. Cinsel anlamda olmasa bile çocuğa eşiymiş gibi davranmak. Bunlara benzer başka davranışları yapmak. Bu davranışlar, ne oranda sürekli yapılırsa, o oranda çocuğu cinsel sapkınlığa itme gücünü artırır (Başaran, 2005: 229-230).
Sevgi eksikliği, aşırı sevgi ve ilgi, giyim, süslenme, temizlik, zıt cinsiyette büyütme, anneye çok bağımlılık gibi durumlar çoğu kez gençte cinsel sapmalara ya da çocukluk yıllarında haz veren şeylere dönmeye neden olabilmektedir. İlk sosyal uyarımlarını gerçekleştirirken kendilerine deneyim fırsatı tanınan, özgür bir aile ortamında yeterince “sevgi ve güven içinde büyüyen” çocukların, ergenlik döneminde başarılı olmaları için gerekli ortam hazırlanmış demektir.Bununla beraber ergenlik döneminde cinsel uyum sağlanmasında iklim, mevsimler, yaş, iş, beden yapısı, ruhsal durum, beslenme, sağlık koşulları ile içinde bulunulan toplumun gelenek, görenek, töre ve değer yargılarının da cinsel kimlik üzerinde olumlu ya da olumsuz etkiler yaptığı bilinmektedir. Buna göre uygun bir zamanda, uygun bir yerde ve uygun bir dille gençlere sağlam bilgiler verilmeli; cinsi hayatın esrarengizliği değil tabiliği öğretilmelidir (Bayraktar, 2007: 28-29).

Bu doğrultuda din eğitimi açısından aşağıdaki tavsiyelere uyulmasının gereği ortay çıkmaktadır:
a) Cinsellik bakımından gelişmiş bir kişiliğin olabilmesi için İslam dini erkek ve kadınlara, birbirlerinin giydiği kılık ve kıyafet, davranış ve konuşma şekillerini yasaklamıştır. Büyüklere yönelik bu kutsal yasak pek tabiidir ki küçük kız çocuklarını da kapsamına almaktadır. Ne var ki onlar sorumlu olmadıklarından çocukluk dönemi boyunca kadınlık çizgisi üzerinde yetiştirilmeleri ana babaların görevleridir.
b) İslam dini nihaî sınır olarak on yaşına varan kız çocuklarına, değil erkek kardeşleriyle, kız kardeşleri ile bile bir yatakta yatmalarını yasaklamıştır. Bu İlahî buyruğun amacı ; hiç şüphesiz kız çocuğunun dişiliğini sevicilik gibi cinsel sapma ortamından korumaktır (Koloğlu, 2003: 513).
Bu nedenle çocukların ruhsal sağlıklarının korunması, bazı cinsel sapkınlıklara düşmelerinin önlenmesi için daha küçük yaşlardan başlayarak, kendi cinslerine özgü davranışları geliştirecek şekilde muamele edilmeleri, erkekse erkek, kızsa kızlara ait davranışları geliştirecek şekilde ortam hazırlanması ve davranılması gerekmektedir (Koşum, 2004: 61).
Cinsel gelişim, fizyolojik ve çevresel etkilerle kimi zaman normal yönden sapar. Bunlara, genel olarak, "cinsel sapmalar" ya da "cinsel bozukluklar" denir. Böyle olan kimselere de "Cinsel sapık" denir. Bununla birlikte, bunların nedeninin büyük bir kısmı, "uygun ortam" yokluğudur. Bu durum, eğiticinin -cinsel gelişim yönünden de- "uygun" ortam yaratması gerektiği gerçeğini ortaya koyar.

Bu sapıklıkların başlıcalar şunlardır;


1.Karşı cinsin özelliklerini taşıma: Bu durum, hormon dengesizliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Her iki cinste de hem erkeklik, hem de dişilik hormonları vardır. Bu, normal olarak, erkekte "erkeklik" hormonu, dişide de "dişilik" hormonu olarak ağır basar. Bu böyle olmakla birlikte, kimi zaman erkekte "dişilik", dişide de "erkeklik" hormonunun fazla görüldüğü olur. Bu zamanda erkekte "dişilik", dişide de "erkeklik" belirtileri baş gösterir. Bu, kişiliğin, "cinsiyet temeli" üzerine oturmadığının bir belirtisidir. "Kadın gibi erkek" ya da "erkek gibi kadın" sözü bunlar için söylenmiştir. Böyle durumlara, çocuklukta pek rastlanmaz; bu, ancak ergenlik yıllarında görülebilir. Bunun iyileştirilmesi eğitim yoluyla yapılamaz. Bu, ancak tıbbı ilgilendirir.
2. Kendi kendini tatmin: Buna "mastürbasyon' da denir. Yazılı kaynaklarda çocukta yaygın olarak görüldüğü belirtilmektedir. Bu, çocuğun, bebeklikte kendi bedeni üzerinde keşfettiği duyarlı bölgelerin (özellikle cinsel organların) uyarılmasıyla fizyolojik bir haz duyması halidir.Bu olay, yinelendikçe bir "alışkanlık" haline gelebilir. Bu davranış,çekingen,utangaç,karşı cinsten ürken ya da kaçan tiplerde kolay ortaya çıkar. Aynı duruma, ergenliğin özellikle ilk yıllarında da rastlanır. İkincisinde, cinsel dürtünün rolü vardır.Bu çocukta fizyolojik bir boşalma sağlar. Bu çağda yapılacak en iyi iş, bunları spora ve çalışmaya yöneltmektir. İlgisini başka alanlara kaydırmak, eğitimde en uygun yoldur. Söz ve öğüt, fazla bir etki yapmaz.
3. Narsistlik: Bu, bireyin, kendi varlığına, benliğine "aşırı sevgi" göstermesi davranışıdır. Bu da kaynağını bir Yunan söylencesinden almıştır. Bu durumda bulunan bir kimse, ayna karşısına geçerek, kendini, büyük bir haz ve hayranlıkla seyreder. Bu da cinsel coşkuyu artırarak, ruhsal gerilimlere yol açar. Çocuklukta görülen bu duruma, erinlik yıllarında da rastlanır. Bebeklik yıllarında, gereği kadar sevgi gösterilmemiş çocuklarda sık görülür. Bunlar da içedönük yaradılıştadırlar. Kendilerini, birçok bakımlardan güçsüz, yetersiz olarak görürler.Bu gibi çocuklara, bu durumlarını giderici davranışlar göstermek gerekir: Başarı kazandırmak, kendine güvendirmek, girişimciliğe yöneltmek, sevgi ve sevecenli olmak gibi.
4. Röntgencilik: Bu da bir tür cinsel bozukluktur. Özellikle, merak konusu olan cinsel konuların gereği gibi açıklanmamasından ileri gelir. Çocuk, cinsel merak ve ilgisini gidermek için, başkalarını pencerelerden gözetleme yolunu seçer. Cinsel konularla kolayca ilişkilenebilirler.İlerde, bunu, kendine "alışkanlık" haline getirenler, bundan "cinsel bir doygunluk" elde ederler. Türkçede buna "bakıcılık" da denmektedir.

5. Fetişizm: Bu da karşı cinsten biri ile ilgili nesnelere dokunmak ve bakmakla cinsel doygunluk elde etmeyi anlatan bir tür ruhsal rahatsızlı ktır. İlk çocuklukta anneye bağlı lı ğı n yanlı ş bir saplantı sı olarak kabul edilmektedir.
6. Homoseksüellik: Aynı cinste olan kimselerin, birbirleriyle cinsel ilişki kurmaları halidir. Çocukluk döneminde merak sonucu bilinçsizce başlayabilir. Yukarı da açı kladı ğı mı z hormon dengesizliğinin bir sonucu olarak da görülebilir. Son bir neden de, annenin kızı na, babanın oğluna kendi cinsine yarı şı r biçimde iyi örneklik yapamamaları dır. Anormal gelişen cinsellik özelliği, ergenlikte ve hatta ileriki yıllarda sürebilir. Böylelerini toplum hoş görmez. Kişilik, cinsellik temeli üzerine kurulduğundan, kı za kı z, erkeğe de erkek gibi davranı ş göstermek esas olmalı dı r.
7. Göstermecilik (teşhircilik): 3-4 yaşlarına kadar çocukta gizlilik yoktur. Bedeninin her yanını rahatça başkalarına gösterir. Fakat bundan sonra ana-babanın uyarmaları sonucu,cinsel organları göstermenin “ayıp” olduğunu öğrenir. Bundan sonra bunu yapmaz; fakat zamanında uyarılmayan ve gerekli etki ve telkini almayan çocuklar, bu alışkanlıklarını çeşitli biçimlerde sürdürürler. Kimileri bacaklarını kimileri de göğüslerini, hatta cinsel organlarını bilinçli ya da bilinçsiz olarak başkalarına gösterme yoluna giderler. Bu da çocuğun çevresel uyumunu zorlaştırır.
8. Hayvanlarla cinsel temas: Cinsel sapma ve bozukluklar arası nda hayvanlarla temas da söz konusudur. Bu, daha çok kırsal bölgelerde yaş ayanlarda görülür. Seyrek rastlanan bir olay olarak kabul edilmektedir.
9. Sadizm ve mazoşizm (mazohizm): Sadizm ve mazoşizm, bir birine zıt iki cinsel sapıklıktır. Bu eğilim, cinsel sapıklıkların en önemli ve en sık rastlananlardan biridir. Sadizm de kişi, cinsel doygunluğu, başkalarının acısında arar. Bu açıdan bakınca, başkalarına acımasızca dayak atan, onları soran, kamçılayan, işkence eden kimsede sadistlik vardır. Böyle kimselere “sadist” denir. Sadistler, bu tür davranışlarından, bir tür cinsel doygunluk elde ederler. Bunu, çok daha ileri şekillerde uygulayan kimseler de vardır. Bunlar, ruh hastalıkları içinde incelenir. Bu maddi görünüşleri yanında, başkaları na küfür ve hakaret etmekten hoşlanma gibi manevi nitelik taşıyan sadistçe davranışlar da vardır. Bu duyguya sahip olanlar, normal ve anormal cinsel ilişkilerinde de bu davranışı gösterebilirler. Yani, bu sapıklık, diğer sapıklıklarla birlikte bulunabilir. Günlük konuşmalarda bu davranışın çok yalın halde olanlarına da “sadizm” denmektedir. Psikanalistler, sadizmi, “cinsel güdüde normal olarak bulunan saldırganlığın, gereğinden fazla gelişmesi, bağımsızlaşması ve ön plana geçmesi” olarak görür. "Mazoşizm", sadizmin tersi olan bir davranıştır. Sadizmde bireyin "etkin" olmasına karşılık, mazoşizmde birey edilgindir. Yani kişi başkasının yaptığı (dayak, kötü söz vb. gibi) olumsuz etkilerle acı içinde bulunmaktan bir tür cinsel doygunluk elde eder (Binbaşı oğlu, 1995: 217-220).

10.Ensest: Ensest, aralarında kan bağı olan kişiler arasındaki cinsel ilişkidir, ancak kan bağı olmamakla birlikte üvey anne/baba/çocuk/kardeş arasındaki ilişki de ensest kapsamına girmektedir. Ayrıca cinsel istismarda olduğu gibi yalnız cinsel ilişki değil cinsel açıdan uyarma ya da uyarılmada bu başlık içindedir.

Ensest ilişki, toplum içinde sanıldığından çok daha yaygındır ve her sosyo-ekonomik-kültürel düzeyde yaşanmaktadır. En çok üvey ebeveyn ile baba-kız arasındaki ilişkiye rastlanmakta, genellikle 8-12 yaşlarındaki, ailenin büyük kız çocuğunun, uyurken baba tarafından cinsel nitelikli okşanması ile başlamaktadır. Kardeşler arasındaki, gelişim esnasında ve küçük yaşlarda görülen ve sık tekrarlanmayan cinsel nitelikli oyunlar, ensest kapsamı dışında tutulmaktadır (Sevim, 2002: 67).
Read more
no image

Cinsî terbiye deyince, her iki cinse mensup çocukların, bir kısım ruhî buhranlara düşmeden, yaratılışları istikametinde sıhhatli bir gelişme göstererek şahsiyetlerini bulmaları için onlara verilmesi gereken bilgiler, kazandırılması gereken meslek ve alışkanlıklar, cinsler arasındaki münasebetlerin tanzimi, cinsi hayatın tevcih ve tahdidi gibi çeşitli meseleler anlaşılmaktadır (Canan, 2001: 172).Çocuğun bedenî gelişmesine tâbi olarak bir de cinsî duygu ortaya çıkmaktadır.Cinsî duygu ile cinsî tecessüsü karıştırmamak gerek.Bunlar tamamen ayrı şeylerdir. Cinsî tecessüs, 2,5 - 3 yaşlarında başladığı halde cinsî duygu, daha ileriki yaşlarda ortaya çıkmakta ve gittikçe gelişerek bulûğda kemale ermektedir. Hemen belirtelim ki, cinsî terbiye kesin olarak cinsî duyguya bağlı değildir. Cinsî terbiye bazı hususlarda doğumla başlayabilir. Cinsî tecessüs ve cinsî duyguların başladığı yaşlarda cinsiyetle ilgili terbiyevî faaliyetler yoğunluk kazanarak değişik safhalara geçer (Canan, 2001: 173-174).

Çocuğun cinsel konulardaki merakı, öteki meraklar gibi yerinde ve sağlıklıdır. Bu, dünyayı tanıma ihtiyacından doğmaktadır. Aslında sağlıksız merak yoktur. Ancak merakın sağlıksız doyumu vardır. Bu, ana babanın pek de doğal ve açık yürekli olmayan davranışıyla benimsettiği gereksiz gizleyişlerin doğurduğu doyumdur. Kınanan merak, saplantı durumuna gelir (Türk, 2007: 58).

Çocuklukta cinsel öğrenme yaşantılarının çoğunda anne-babanın bilinçli katkısı söz konusu değildir. Ana-baba çoğu zaman kendi cinsiyetlerine ait rolleri oynarken ve çocuğun kendi cinsiyetine uygun tavırlarını pekiştirirken daha en baştan cinsel kimlik alanında etkili olmaya başlamaktadır. Bunun yanısıra çocukluktaki oyunlar, oyunda alınan roller ve tutumlar, cinsel kimlik gelişimine katkı da bulunmaktadır.
Aile içinde ve toplumda cinsel konulara karşı devamlı ve aşırı suçlamalar, ağır günah duyguları, anne babanın, gelişen çocuğun cinsel organlarıyla aşırı ilgilenmeleri, aşırı denetlemeleri, yanlış bilgilendirmeler, çocuğu kışkırtıcı tutumlar ilerde cinsel kimlik gelişiminde çeşitli sorunlara yol açabilmektedir.
Gençlik döneminde çoğu kez cinsel çatışmalar vardır. Gerçi o güne kadar cinsel yasak ve engellemeleri öğrenmiştir ama kendisindeki cinsel uyarılmalarla bu yasakları bağdaştırmakta güçlük çekebilir. Bazen bunları hiç bağdaştıramaz. Kendi içinde çatışır, bazen yasak ve engellemeler karşısında kendi iç baskısına yüklenir, kendi cinselliğini kendi gözünde yadsıyarak bu dürtüyü yüceltici yollara başvurur. İlgisini tamamen başka konulara verir. Spor, aşırı ders çalışma, aşırı entelektüel uğraşlar, sanat gibi… Bazen cinsel dürtülerin tarafını tutar, o zamanda aşırı cinsel davranışlara gider. Bir yanda cinsellik ve özellikle yaşıtlarıyla ilişkilerden kaynaklanan bocalamalar, diğer yanda aile bağlarının zayıflaması ile kendini gösteren duygusal çelişkiler bu dönemin belirgin sorunlarıdır.
Cinsel eğitimde akıldan çıkarılmaması gereken üç ana kural (soru) vardır:
1) Çocuk ne soruyor?
2) Nasıl yanıtlamalıyım?
3) Ne kadar yanıtlamalıyım?
Önemli olan, sorunun, çocuğun merakını karşılayacak kadar yanıtlanmasıdır. Eksik bilgilendirmek çocuğu tatmin etmeyeceği için merakını başka yollardan gidermesine, fazla bilgi vermek ise kafasının karışmasına neden olacaktır. Bu sorularla başlayan cinselliğin anlatılmasında çok dikkatli olunmalıdır. Yalın bir dille, yalnızca merak ettiği kadarının anlatılması gereklidir. Çocukların tümüne birden bilgi vermek yerine, bireysel olarak bilgilendirmek daha uygun olur. Çünkü bir çocuğun ilgisi konuya yönelmişken, diğer bir çocuk ilgilenmeyebilir. Her çocuk ancak merak ettiği ve dinlemeye hazır olduğu bilgiyi alır (Tuzcuoğlu, 2004: 29,39).
İlk cinsel ilgiler, salt cinsel nitelikli değil, tüm çevreyi kapsayan geniş bir merakın bir kısmıdır. Diyebiliriz ki, genel merakla cinsel merak birbirine karışır. Serbest ve güvenli ortamda yetişen çocuklar, ilgi ve doğal eğilimlerini gizlemezler. Çocuğun cinsel konulardaki merakı, öteki meraklar gibi yerinde ve sağlıklıdır. Bu dünyayı tanıma ihtiyacından doğmaktadır. Bizim bilgi verme görevimizi yönlendirecek olan çocuğun sorularıdır. Ana-babalar, çocuğun cevapları anlayamayacağını düşünürler. Oysa kısa, gerçek ve net cevaplar bu tehlikeye yol açmaz (H. Yavuzer, 2005: 221).
Merakı bilimsel bilgilerle doyurulamayan öğrenci, bu merakım cinsliğe ve cinselliğe ilişkin bilimsel olmayan kaynaklardan doyurur: Bu kaynakların başında öğrencinin sezgisi gelir. Öğrenci, cinselliğe ilişkin bilgiyi sezgisi yoluyla edinmeye çalışır. Sezgi, bilgi edinmede önemli olmakla birlikte, sezilen doğru olmadığında, öğrenciyi yanlış yönlendirir. Cinsel konuda bilgi edinmenin ikinci kaynağı öğrencinin büyük kardeşleri ve yaşıtlarıdır. Bunlar, cinselliğe ilişkin bilgileri doğru olmadığında, öğrenciye yanlışları öğretirler. Cinsel konuların öğrenildiği üçüncü kaynaksa yayınlardır. Öğrencilerin cinsel güdülerini yekindirerek kazanç sağlamaya yönelik yayınların çokluğu bu kaynağı da tehlikeli yapmaktadır. Kuşkusuz cinsel konularda bilimsel yayınlar da vardır. Öğrencinin cinsel merakını doyuracağı kaynak, aile ve okul olmalıdır. Bu ikisinde de öğrenciye, cinslik görevlerine ve cinsellik davranışlarına ilişkin doğru bilgiler verilmeli ve olumlu bir tutum kazandırılmalıdır (Başaran, 2005: 224-225).

Bazı ebeveynler kendi değerlerini çocuklarına aktarmada ve çocukları aralarında, aynı değerlerle yaşamlarını şekillendirmek için iyi nedenler veren bir ilişki kurmada başarılı olmuşlardır. Tehlike, ana babanın çocuklarını korumayı başaramamasında değildir; tehlike, değerler ve çocuklarından bekledikleri davranışlar konusunda ebeveynin çocukların kafasını karıştırmasındadır. Unutulmamalıdır ki, iletişim sadece söylenen sözlerin içeriğinde değil, aynı zamanda iletişim sürecinde bu sözlerin altında yatan anlamalardadır (Orvin, 1997: 114-115).
Anne-babanın takındığı tutumlar; çocuğu kendi bedeninden soğutan, kendi bedenine uzak kılan bir tavır olmamalıdır. Cinsellikte, cinsel deneyimde kişi, anne babasını, her şekilde, her ne yaşta olursa olsun, gelip danışacağı kişi olarak en yakınında hissedebilmelidir. Unutulmaması gereken nokta ise, cinselliğe yumuşak ve güzel bir şey olarak bakmak ve onu o güzelliğiyle aktarmak gerekir (Konur, 2006: 15). Çocuklar kalıpları bu kadar erken yaşta nereden öğrenirler: Bu kalıplarla doğmadıklarına göre, çevrelerinden, özellikle ana-babalarından ve evdeki diğer kişilerle olan ilişkilerinden. Bunun yanı sıra TV programları da kalıpların öğrenilmesinde önemli bir kaynak oluşturur (Cüceloğlu, 2004: 393).
Basın yayın organlarının ergenin cinsel davranışlar kazanmasında önemli bir etkisi vardır.Özellikle tv, kadın ve erkeğin cinsel rollerinin ne olduğu konusunda açık mesajlar verir. Batı daki TV yayınlar, 1970’lerden önce kadın ve erkekleri daha geleneksel rol ve mesleklerde tanıtırken, 1990’larda kadınlara TV’de yüklenen roller ve meslekler erkeklerle daha eşit düzeydedir. Ülkemizde de benzer bir gelişime vardır. Bir görüşe göre ise, TV’de kadın cinsel bir obje olarak tanıtılmakta ve onun sadece “dişilik” yönü ön plana çıkartılmaktadır. TV’ deki erkek oyuncular daima kadınlardan baskın, saldırgan, rekabetçi, bağımsız ve girişken olarak gösterilmekte, buna karşın kadınlar daha edilgen kişiliklerle sergilenmektedir (Kulaksı zoğlu, 1999: 49-50).
Çocuk kitapları, TV ve radyo programları, gazete, dergi gibi basılı yayınlar çocukların cinselliği tanımasında ve rollerini öğrenmesinde önemli ölçüde etkili olabilirler. Örneğin; kitap içindeki resimler ve bu resimlerdeki hareketlerde çocuklar cinsiyetlerinin özelliklerini görebilirler. Ancak okul programları için hazırlanan ders kitaplarında kadın karakterinin erkeklere oranla daha pasif ve bağımlı özellikler çerçevesinde tanıtıldıkları ve özellikle ilkokul öğretmeni, hemşire, ev kadını ve anne gibi geleneksel rollerde yansıtıldıkları görülmektedir. Bu gibi örnekleri tüm toplumlarda ders ve hikâye kitaplarında, televizyon ve gazete gibi diğer kitle iletişim araçlarında görmek mümkündür. Ancak eşitlikçi cinsiyet rolüne doğru geçişte bu durum göz önünde bulundurularak, kitaplarda ve diğer yayınlarda bu tür kalıp yargılar pekiştirici olmaktan kaçınılmaktadır. Çocuklar televizyon seyretmeye iki yaş civarında başlamakta ve üç yaşında açıkça tercihlerini ortaya koymaktadırlar. Televizyon, çocukların gerçekleri algıladıkları , davranışları deneme ve pekiştirme olmaksızın gözleyerek öğrendikleri bir araçtır. Televizyon bu şekilde çocukların bilgi, tutum ve davranışlarını etkilemektedir. Yapılan araştırmalar televizyon programlarının erkek karakterlere daha çok yer verdiklerini, karakterlerin cinsiyete uygun davranışlarının son derece kalıplaşmış ve sınırlı olduğunu ortaya koymuştur. Televizyonun çocukların cinsiyet rolü gelişiminde olumlu ya da olumsuz kesin etkisi vardır. Ancak bu etkiyi kanıtlamak ya da bu görüşe karşı çıkmak güçtür. Yapılan araştırmalarda çok fazla televizyon seyreden çocukların geleneksel cinsiyet rolü puanının kızlardan yüksek olduğu, puanların yaşla birlikte artış gösterdiği saptanmıştır (Baran, 1995: 26-27).

Okul çağı çocukları doğal olarak cinselliğe merak duyarlar; fakat anne ve babaların çoğu bu konuyu tartışmakta zorlanırlar. Çocuğunuzun bu konulan diğer çocuklardan (yanlış bilgiler verebilirler) veya medyadan (cinselliği sansasyonel biçimde veya size doğru gelmeyen bir şekilde ele alırlar) öğreneceğine sizden öğrenmesi daha iyidir. Cinsellikle ilgili temel bilgiler çocuğunuzun tüm yaşamı boyunca tavırlarını, inanışlarını, değerlerini, kendi imajını, ilişkilerini ve mahremiyetini etkiler. Çocuğunuzun bu konudaki ana bilgi kaynağı olmaya çalışın ve cinsellikle ilgili merakın cinsel aktivite ile aynı olmadığını unutmayın (Kotulak ve Connaughton, 2003: 114-115).
Bir yerden sonra, çocuğun cinsellik ile ilgili hipotezlerine mantık katılır. Çocuk, çevreden aldığı bilgileri rasyonalize eder. Bu bilgiler, parça parça, yanlış ya da çelişkili bilgilerdir.Çocuk, yetişkinden bunların doğru olup olmadığını öğrenemediği için kendi olanakları, mantığı ve duyarlılığı ile çözmeye çalışır. Çocuğun duyduğu, gördüğü şeyler, aile içindeki olaylar önemli rol oynar. Salt merakı uyandırmaz, yönlendirirde. Kapalı bir aile ortamındaki tek çocuk, cinsiyet farkı ve doğum gibi olaylar için geç uyarılır. Evin küçük oluşu sebebiyle, daha kolay sezilen ana babanın cinsel beraberliği, serbest konuşmalar, tartışmalar, çocuğun dikkatini çeker ve yorumlamaya götürür (H. Yavuzer, 2005: 222).

Batılı uzmanlara göre pek çok ruhsal bozukluğun temelinde cinsel bilgisizlik yatmaktadır.Bu nedenle çocuk ve ergenler, cinsiyet konusunda en doğru şekilde bilgilendirilmelidir. Çocuk ve ergen, evinde cinsel yaşam konusunda rahatlıkla konuşabilmeli, arkadaşlarından öğrendiklerini annesi ve babası ile tartışabilmelidir. Çünkü çevresinden öğrendikleri her zaman tam ve doğru olmayabilir. Çocuğa bu bilgilerin kimin tarafından sunulduğunu bilmek, yanlış bilgiyi düzeltmek, eksik bilgiyi tamamlamak, anne-babaya düşen görevlerdir (Z. Selçuk, 2006: 13).
Anne, baba ve çocuk arasında cinsel konuların konuşulmasındaki en önemli engel anne babanın bu konudaki utangaçlıklarıdır. Bu durumu aşabilmek amacıyla anne baba öncelikle;

a)Cinsellikle ilgili kitaplar okumalı .
b)Kendi aralarında cinselliği konuşmalı.(Böylece cinsellikle ilgili kelimelere yakınlık kazanmalı )
c)Çocuğun sorduğu sorular zamanında yanıtlanmalıdır (Bilgin vd., 2005: 138).


Çocukların Sorularına Verilebilecek Cevaplar 
Çocuklar pek çok konu gibi cinsel konuları da merak eder ve büyük bir doğallık içinde sorularını sorarlar. Aslında onlar bu soruların cinsellikle ilgili sorular olduğunu bilmemektedirler; bunu bilen, farkında olan ve telaşlanan sadece anne ve babalardır. Bu yüzden çocukların sorularına karşı fazla telaşlanmadan uygun cevaplar verilmelidir. Anne-babalar çocuklarını bu soruları sorduğu için yargılarlar ve suçlarlar. Bu da çocuğun bedenine negatif bakmasına, bedenini yanlış algılamasına dönük bir temel atmış olunur.Başka bir açıdan da özellikle cinsellikle ilgili verilen tepkiler temel suçluluk duygusu yaratır. Oysa çocuğun cinselliği çok insanca güzel, mükemmel bir yaşam biçimi olarak öğrenmesi, kendi bedenini olumlu algılaması, kendisinden memnun bir birey olması gerekir (Konur, 2006: 15).

Bu dönemdeki soruların, 13-19 yaşlarındaki gelişimin sonucu ortaya çıkacak sorulara benzetilmemesi gerekecektir. Çünkü 13-19 yaş çocukları artık böyle soruları büyüklere sormazlar. Onlar sorularının karşılığını kitapların içinde, ilerleyen derslerinin konuları içinde veya yaşıtlarından elde edeceklerdir. Gerçekleri ilk öğrendiklerinde onların bile hayal kırıklığına uğradıkları belirlenmiştir. Öyleyse bu yaştan önceki çocukların sorularını anne babalar nasıl cevaplandıracaklardır? Bebeklerin annelerin içinde her zaman tohum olarak var oldukları, babaların da gerçek sevgileri ve istekleri ile bunların canlanmaya başlayacaklarının anlatılması çocuğa yetebilecektir. Çocuklar babaların içinde büyüyemezler. Çünkü babaların taşıyıcı organları yoktur. Bebek annenin içinde, göbeğinden bir damarla anneye bağlıdır, buradan beslenir, nefes alır ve büyür. Dünyaya gelince bir çiçeği dalından kestikleri gibi, bu bağı keserek çocuğu anneden ayırırlar. Çocuk belki bir de bebeklerin nereden çıktığını soracaktır ki, bu onların oyunlarında genellikle bir örnek olarak görülmektedir. Anne rolünü oynayan küçük kız, elbisenin altına bebeğini gizler ve sonra onu bırakır, bebek yere düşer. Çocuğa bunun hatırlatılması yetebilecektir (Bilgin, 2003: 155).
Hz. Peygamber (s.a.v.) ferdin dinî ve dünyevî hayatında gerekli olan, fakat sorulmasından kaçınılan meselelerde Müslümanları soru sormaya teşvik etmiş, cesaret kinci her çeşit davranıştan kaçınmış, yersiz utangaçlıkla adeta mücadele etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) cinsellikle ilgili konuların açıklamasına girerken Kuran-ı Kerim’deki "vallâhu lâ yestahyî mine'l-hak=Allah gerçeği açıklamaktan çekinmez" (Ahzâb-33/53) ayetiyle başlardı. Buna alışan Ashap da aynı ayeti okuyarak bu neviden olan sorularını rahatlıkla Hz. Peygamber'e (s.a.v.) ya da birbirlerine sorarlardı (Koşum, 2004: 18-19).
Çocuğun yedi yaşına kadar yaratılışa, üremeye, cinsiyet farklılıklarına ve doğuma ait sorular cinselliğe öğrenmeye yönelik, masum sorulardır. Çocuk nazarında, “Ben dünyaya nasıl geldim?” sorusu ile “Bu uçak havada nasıl duruyor, neden yere düşmüyor?” sorusu arasında fark yoktur (Doğan, 2005: 103).
Çocukların Soruları na Örnek Cevaplar
- Bebek anne karnına nasıl girer?
-“Annenin karnında bulunan bebek tohumlarının özel bir yuvada büyümesiyle olur” diye cevaplamak mümkündür.

Anneleri en çok ürküten genellikle babanın rolüyle ilgili olandır. Genellikle bu tür soru beş yaşından sonra sorulur. Çocuk babanın anneyi nasıl yardım ettiğini öğrenmek ister. Ayrıntıya girmeden, sözü evirip çevirmeden, "Bebek tohumunun biri annede vardır, birini de baba verir” demek meraklarını gidermeye yeter. Çocuk bu açıklama ile yetinmezse annelerin işi güçleşir. Dolambaçlı yola sapmadan şöyle bir açıklama yapılabilir: "Anne ile baba, çocuk istedikleri zaman bir araya gelirler. Babanın pipisinden gelen tohum annenin doğum yoluna geçer. Tohumlar anne döl yatağında birleşince küçük bir yavru oluşur ve büyümeye başlar (Koşum, 2004: 45-46).
- Annemle neden bir araya geldiniz? Niçin beraber yaşıyorsunuz?
-Allah'ın koyduğu kurala göre bir çocuğun yaratılması için anne ve babanın bir evlilikte birleşmesi gerekir. Burada sözgelimi Kuran-ı Kerim'den Rum suresi ayet 21 okunabilir ve ayetle evliliğin gerekçesi açıklanabilir. “İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda rahmet ve muhabbet var etmesi, O’nun varlığının belgelerindendir…”
Kız çocuklarının:

-Neden benim de abimin ki gibi şeyim yok? sorusuna,
-Allah kızları ve erkekleri ayrı ayrı yaratmıştır.Kızlarda öyle bir şey yoktur ki, onlar büyüdüklerinde anne olabilsinler. Sadece anneler çocuk yapabilirler. Erkeklerin öyle şeyleri vardır, ama onlar anne olamaz, bebek yapamazlar, denilebilir (Koşum, 2004:46-47).
Peygamberimiz cinsel sorunlara çözüm arama noktasında asla sıkıntı duymamış, bu konuyla ilgili soru ve sorunları geçiştirme ve dolambaçlı cevaplar verme yoluna tevessül etmemiştir. Aksine tam bir açıklık ve sadelik içinde cevap vererek insanlara faydalı olmuştur (Kerem, 2003: 13).
Çocukların bu soruları gayet tabi sorulardır. Bu sorulara vereceğimiz cevaplar sayesinde onları akıllarıyla orantılı biçimde aydınlatıp eğitebiliriz. Anne babalar, çocuklar için her zaman iyi örnek olmalıdırlar. Erkek veya kız çocuk, çevresinde ilk olarak anne babasını görür. Onlardan her hangi birinde veya her ikisinde sapma görmemeli, çirkin söz ve küfürler işitmemelidir. Babasının evine ve annesine karşı sorumluluklarını ihmal ettiğini yahut annesinin eve, babasına veya kardeşlerine karşı görevlerini ihmal ettiğini gören bir çocuk da benzer sapmalara düşebilecek, anne babasının doğru dahi olsa görev ve sorumluluklara ve geleceklerine dair söylediklerini ciddiye almayacaktır (Kerem, 2003: 18-). 

Onların sorularını yanıtlamanız veya onlara basit bilgiler vermeniz çocuklarınıza

(a) onların duygularına saygı duyduğunuzu,

(b) evinizde cinsel meseleler üzerine konuşulabileceğini aktarmış olursunuz.

Anneleri en çok ürküten soru genellikle babasının rolüyle ilgili olandır. Genellikle bu tür soru 5 yaşından sonra sorulur. Çocuk babanın anneye nasıl yardım ettiğini öğrenmek ister. Ayrıntıya girmeden sözü evirip çevirmeden, “Bebek tohumunun biri annede vardır, birini de baba verir” demek meraklarını gidermeye yeter (Yörükoğlu, 2004: 233-234).

          Şimdi çocuğun sorularını cevaplamada gözetilmesi gereken bir takım kuralları zikredeceğiz. 
1.Soruya mutlaka cevap verilmeli, geçi ştirilmemeli, ancak cevap irticali ve zaruri olan miktardan kısa olmamalıdır.
2.Cevaplar doğru olmalı, düşünme ve anlama kabiliyetleri, yaşları göz önünde bulundurulmalıdır. Ancak anlama kapasitesi göz önünde bulundurularak kinayeli ve telmihli cevaplar verilebilir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) “insanların anlayabilecekleri düzeyde konuşunuz” buyurmaktadır. Cinsel kimliğini sağlıklı olan annesi, babası ya da başka bir yakını ile özdeşleştirerek oluşturan çocuğun merak ettiği sorular zamanında doğru ve uygun cevaplarla karşılanırsa genç ve erişkin olduğunda üreme sağlığı yerinde bir birey olma şansı artar. Bu nedenle cinsel eğitimin ergenlikten önce yapılması gerekir.
3.Çocuğun soru sorması na bir sınır koymayın. Bırakınız çocuk istediği kadar soru sorsun.Her sorusunu cevaplayın. Çocuk cevabınızı tartışırken de onu dinleyin.
4.Vereceğiniz cevapları din ile irtibatlandırmaya gayret edin. Sözgelimi “ben nasıl dünyaya geldim?” sorusuna “Annenin karnındaki bebek odasından çıktın” denilerek arkasından “siz hiçbir şey bilmez iken sizi annenizin karnından çıkardı ” (Neml, 78) ayetini okumak uygun bir cevap olabilir. Ne var ki okunacak ayet çocuğun anlayabileceği seviyede olmayabilir. Bu takdirde de ayet, kısaca çocuğa açıklanabilir.

5.Cevaplar acele etmeksizin düşünülerek ve şüpheye mahal olmayacak şekilde verilmelidir. Zira aksi şekilde davranı ldı ğı takdirde çocuğun soru sorma güdüsü artacaktı r.
6.Bazı durumlarda anne babanın çocuklarına “Pekâlâ! Sen bu konu hakkında ne düşünüyorsun bakayım?” tarzında bir karşı soru sormaları faydalı olabilir. Zira böyle bir soru: anne ve babanın verecekleri cevabın nasıl olması gerektiğini anlamalarına ve ona göre konuşmalarına yardım eder.
7. Eğer kendisine aynı konu hakkında soru sorulan çocuk doğru cevap verirse, anne baba çocuğu tasdik etmekle mesele kapanmış olur Fakat, çocuğun verdiği cevap yanlış ise, o zaman dikkat edilecek nokta çocuğa cevap verirken onun bilmezliğini alay konusu yapmamak ve çocuğu kırmadan, öğrenmek istediği konu hakkında aydınlatmaktır.
8.Şayet çocuğun sorduğu soruya anne, kendisini çocuğuna cevap veremeyecek kadar bilgisiz bulur veya çocuk karşısında heyecana kapılacağından çekinirse, o zaman, çocuğu babasına göndermeli, fakat kocasına çocuğa sezdirmeden mesele hakkında haber vermeyi unutmamalıdır.
9.Çocuğa verilecek cevap onun sorduğu sorunun sınırlan içinde kalmalıdır.Yani çocuk, soru sorarken etkisi altında bulunduğu merak ise, cevap da onun bu merak ve ilgisini giderecek kadar olmalı, çocuğun sorduğu soru ile öğrenmek istediğinden fazlası verilmemelidir. Bu isteği yerine getirmek kolaydır. Çünkü çocuklar aza kanaat ederler. Bu sebepten, onların meraklarını gidermek çok kolay olur.
10.Daha ileri yaşlarda bulunan kız ve erkek çocuklar; daha düşündürücü sorular sorabilirler. Fakat bu yaştaki çocukların tatmin edilmeleri kolaydır. Zira onlara çeşitli bilgilere dayanılarak cevaplar vermek mümkündür. Bundan başka, bu yaşta bulunan çocuklar, iç yüzünü öğrenmek istedikleri problemler hakkında yazılmış yazı ve kitapları da okuyarak, kendi problemlerini kendi kendilerine çözmüş olurlar. Çocukların bu gibi eserlerden haberdar olmadıkları anlaşılırsa, soru sordukları zaman, problem kendilerine kısaca açıklanır ve ayrıca daha ayrıntı bilgi edinecekleri kitaplar veyahut yazılar da tavsiye olunabilir. Cinsellikle ilgili çocuk kitapları, çocuk, anne ve baba yada babayla birlikte okunduğunda, çocuğun ilgilendiği konuya bir atlama tahtası olarak çok yararlıdırlar. Ama kitaplar bu işi kendi başına yapamazlar. Fazla olarak tavsiye olunan kitaplarda anlamadıkları yerler olursa, bunların açıklanması için, soru sormaları tavsiye edilmelidir.
Read more
15 Aralık 2011 Perşembe
no image

Cinsiyet rolleri (sexual roles); 1.Toplumsal ilişkilerde kadın ve erkeklere bizzat cinsiyetlerinden dolayı yüklenen farklı roller. 2.Cinsiyet farkı nedeniyle kadın ve erkeğin doğuştan itibaren doğal olarak taşıdıkları veya cinsiyetlerine bağlı olmak üzere toplumsal olarak yüklendikleri roller. Örn. Babalık, annelik.


Cinsiyet Rolü: Bir kültürdeki erkek ya da kadın cinsiyetine ait olduğu düşünülen ve bu cinsiyetlerden beklenen davranış ve tutumlardır. Cinsiyet rolü tercihi (sex role prefence) ile cinsiyet rolü kimliği (sex role identity) terimleri birbirinden ayrı kavramlardır. Cinsiyet rolü kimliği, kişinin doğduğu biyolojik cinsiyetin bilincinde olması ve bunu kabul etmesidir. 6-7 yaşlarında başlar. Cinsiyet rolü tercihi ise, kişinin bir kadına ya da erkeğe özgü olduğunu bildiği tutum ve davranışları bilinçli olarak yeğlemesidir.Cinsiyet rolü kimliğinden sonra cinsiyet rolü tercihi gelişir.


Cinsel rol; bireyin belli normlara göre yapmak zorunda olduğu ya da yapılmasını uygun bulduğu ve yapabildiği, başkalarınınsa hak olarak ondan talep ettiği ya da statüsü gereği ondan beklediği davranış kalıpları olarak tanımlanır (Onaran vd.,1998:4). Cinsiyet rolü, toplumsal cinsiyetin bir parçasıdır ve “ kişinin kendisini bir oğlan çocuk erkek veya kız çocuk-kadın konumunda göstermek için yaptığı ve söylediği şeylerin tümü” olarak tanımlanmaktadır (Şentürk, 2006: 17). Cinsiyet rolü kadın ve erkeğin nasıl düşüneceğini ve hissedeceğini ve kısmen çevre tarafından verilen bir roldür.


Cinsiyet rolleri evrensel boyutları yanında kişinin kendi kültürüne özgü kadın ve erkek rollerinin bir sentezini oluşturur. Cinsiyet rolleri doğumdan başlayarak tüm sosyalleşme süreci boyunca bireyin ailesi, diğer insanlar ve kurumlar aracılığı ile pekiştirilerek kazandırılır.Böylece, birey kendi cinsine ilişkin davranışları, değer yargılarını, normları ve beklentileri öğrenir. Cinsiyet rolleri kişinin başkalarına vereceği tepkilerin belirlenmesinde ve diğerlerinden kendisine yönelen davranışların uygun olup olmadığını yorumlamada belirleyici ve etkili olmaktadır.


Cinsiyet rolleri kıyafetler,meslekler, hobi ve oyunlar,oyuncaklar, oda düzeni, kişisel mekânların döşenişi gibi insan yaşamının bütününü kapsar. Böylece, çocuklar kişi olarak kendine, kendi cinsine ve karşı cinse ilişkin değerleri cinsiyeti ile tutarlı olarak öğrenirler.


Cinsiyet rolleri ve cinsiyet özellikleri kavramları arasındaki farkı içeriklerine göre saptamak mümkündür. Cinsiyet rolleri daha çok kişinin eylemlerini, devinimlerini, cinsiyet-özellikleri ise psikolojik kişilik boyutlarını içermektedir (Baran,1995:14).Cinsiyet rolleri,cinsel gelişimde önemli bir rol oynamaktadırlar.Çocuklara kendi biyolojik cinsiyetlerini kabul etmeleri konusunda yardım edilmelidir.Cinsiyete ilişkin toplumsal roller, çocuklara oyun ve oyuncaklar yardımıyla kazandırılır (Bilgin vd., 2005: 134). Çocuklar etrafındakileri gözleyerek onların cinsiyet rollerini taklit ederler. Bu süreçte ebeveynin rolü son derece önemlidir. Kız ve erkek çocuklara arkadaş seçimi, dışarıda geçirilecek zaman ve giyim kuşam gibi konularda farklı davranılmaktadır. Aileler belirli ödüller ve yasaklamalar kullanarak kızlarını daha kadınca, oğullarını da daha erkekçe davranmalarını öğretmektedir.


Çocuklar iki yaşlarından itibaren cinsiyet rollerine ilişkin bazı bilgileri edinmektedirler. Kız ve erkek çocuklar, oyunlarında ve kişiler arası ilişkilerinde kendi cinsiyetlerinin özelliklerini sergilemektedirler.Bunu nasıl yapmaktadırlar? Bu konuda iki yaklaşım bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, cinsiyet rollerinin gelişmesinde toplumsal öğrenme etkisine, ikincisi ise bilişsel etkenlere ağırlık vermektedir. Toplumsal öğrenme yaklaşımı , cinsiyet rollerinin tıpkı diğer davranışlar gibi model alma yoluyla öğrenildiğini belirtirken, bilişsel görüş cinsiyet rollerinin çocuklar belirli bir bilişsel gelişim aşamasına geldikten sonra kazanıldığını savunmaktadır.


Rollerin sorumluluklarını birey ne kadar başarılı bir şekilde yerine getirirse ruh sağlığı da o derece iyi olmaktadır. “Cinsiyet rolü” ise, bireyin kendi kimliğini kadın veya erkek olarak algılayıp cinsiyetinin gerektirdiği davranışları göstermesidir. Bireyin ruh sağlığı ise kişinin kendisi ve çevresi ile dinamik bir denge içinde olmasıdır. Bireyin sağlıklı ve toplumla uyumlu olması için kendi cinsiyet rolüne uygun bir kimliğe sahip olması gerekmektedir. Cinsel rollerin oluşması ve kazanılması bireyin biyolojik yapısı ile toplumsal adet ve geleneklerin etkisi ile olmaktadır. Örneğin, kadının çocuk doğurması biyolojik yapı, çocuk bakımı ise kültür ve toplum tarafından kadına verilen rol ile ilgilidir. Çünkü toplum çocuğa bakıp büyümede, yapısal olanaklar, davranışlar ve sorumluluk duygusu yönünden kadınları erkeklerden üstün tutmuştur (Özgüven, 1997: 71-73).


Cinsiyet rolleri kadın ya da erkek için arzu edilen ve uygun olduğu düşünülen aktivitelere ve davranışlara ait sosyo-kültürel beklentileri içerir. Cinsiyet rolü kalıp yargıları ise bir bireyin bir cinsiyet grubunun üyesi olarak gerçekleştirdiği aktiviteler ve davranışlar konusundaki kesin yargılardan oluşur. Yapılan işler, ilgi alanları , meslekler, çocuk oyun ve oyuncakları cinsiyet rollerinin içindeki alt alanlar olarak ele alınmıştır (Baran, 1995: 14).


Rol değişimleri genellikle cinsel farklılıkların kaynağı olması bakımından önemlidir.Rol kavramı,toplumda belli pozisyonda olan insanlara özgü davranış şekillerini kapsamına alır.Bir kimsenin pozisyonu, ondan nasıl bir davranış beklendiğini belirler. Toplumun belli yönlerdeki bekleyişleri, beraberlerinde getirdikleri mükâfat ve cezalarında yardımıyla farklı davranış şekillerini bireylere öğretirler.Cinsiyet rolleri, cinsel gelişimde önemli bir rol oynamaktadırlar. Çocuklara kendi biyolojik cinsiyetlerini kabul etmeleri konusunda yardım edilmelidir.Cinsiyete ilişkin toplumsal roller, çocuklara oyun ve oyuncaklar yardımıyla kazandırılır.


Cinsiyet rolleri, kadın ya da erkek için arzu edilen ve uygun olduğu düşünülen aktivitelere ve davranışlara ait sosyo-ekonomik beklentiler içerir. Çocuğun yapmış olduğu işler, ilgili alanları, meslekler, oyun ve oyuncaklar cinsiyet rolü içinde ele alınabilir. Cinsiyet rolündeki belirleyici ayrımlar şu üç maddede özetlenebilir:


1- Çocuk üç yaşında iken cinsiyetini kabul eder.


2- Çocuğun olmak istediği cins, hem bedensel koşullar, hem de çevresel (sosyal) etkilerle belirlenmektedir.


3- Bir cinsiyetin oynadığı standart rolü, yani çocuğun geldiği kültür tarafından beğenilen davranış ve tutumların kazanılmasını sosyal çevre belirlemektedir (Uğurel Şemin, 1992: 45).

Read more
no image

“Cinsel kimlik”, bireyin ait olduğu cinsi kabul etmesi, kendi bedenini ve benliğini bu cinsellik içinde algılayışı, duygu ve davranışlarında buna uygun biçimde davranmasıdır.Çocuğun cinsiyet kimliği (penis/vajen vb.) cinsiyet rol davranışları (oynadığı oyuncaklar, oyunlar) ve cinsel yönelimi (oyunların ve oyun arkadaşlarının niteliği vb.) cinsel kimlik’ini oluşturur.


Cinsellikle cinsiyet arasındaki ayırım önemlidir. Cinsellik, erkekle kadın arasındaki biyolojik farklılıktır.Cinsiyet ise, sosyo-kültürel standartlarla belirlenen “erkeklik”, “dişilik” arasındaki farktır. Ergenlik döneminde gelişen cinsel kimlik, hem fiziksel süreç, hem de cinsiyetin birlikte bir işlevidir (Özüdoğru, 2005: 69). Hz. Peygamber (s.a.v.) daha doğuştan itibaren çocukların farklı bir eğitime tabi tutulmasını istemektedir. Ancak göz önüne alınacak farklılıkların hepsi doğumla başlamaz, çocuğun gelişmesine paralel olarak ortaya çıkar. O halde burada esas, ayırımdır. Ayırım kıyafete, verilecek bilgi ve kazandırılacak kabiliyet,beceri ve alışkanlıklarda kendini gösterdiği gibi, eğitimcilerde de kendini gösterir.


İnsan doğumdan ölüme kadar sürekli bir gelişim ve değişim içindedir. Bu gelişim ve değişim elbette beden, kişilik ve cinsellik alanlarında da geçerlidir. İnsan yaşamında kişiliğin ve cinsel kimliğin oluşmasında en önemli dönem çocukluk çağıdır. Yine bu çocukluk çağındaki, ruhsal-cinsel olgunlaşma sürecinde söz konusu olabilen bazı hatalar yetişkinlikte kişiliğin çeşitli boyutlarında veya cinsel kimliğinde sorunlara yol açabilir.Cinsel kimlik bireyin kendi bedenini ve benliğini belli bir eşeylik (cinsiyet) içinde algılayışı,kabullenişi, duygu ve davranışlarında buna uygun biçimde yönelişidir. Cinsel kimliğin çekirdeği yaşamın ilk bir buçuk iki yılında, genel olarak cinsel kimlik duygusu ise ilk dört yılında yerleşir.


Uygun bir cinsel kimlik gelişebilmesi için her şeyden önce uygun bir biyolojik gelişim gereklidir. Doğuşta çocukların cinsiyet organlarının normal yapısal özellikler göstermesi,hormonlarının da bu cinsiyete uygun biçimde salgılanması önemlidir. Çocukların yapılarında var olan ve normal özellikler gösteren bu cinsel donanımları doğrultusundaki gelişimleri kendi cinsine uygun olarak desteklenirse, kız ya da erkek kimliği sağlıklı olarak gelişecektir.


Olumlu bir beden imgesi geliştirmek oldukça uzun bir zaman ve deneyim gerektirmektedir. Ergen, değişik kalıp ve tutumları deneye deneye, çocukluktaki kimliğinden daha farklı bir benlik kavramı geliştirmeye başlar.“Bireyin kendisi, fiziki ve sosyal çevresiyle olan etkileşimleri sonucu sahip olduğu kendine ait bir takım duygu, değer ve kavramlar sistemi” olarak tanımlanabilecek benlik kavramının, birey tarafından olumlu olarak algılanmasının ve algılanan benliğin kabul edilmesinin ruh sağlığı üzerindeki önemi büyüktür. Olumlu bir benlik kavramına sahip olmadan beden imgesinin olumlu olmasının da önemi büyüktür.


Temel cinsel kimlik, çocuk üç yaşına gelmeden oluşur ve daha sonra kolay kolay değişmez. Çocuklar yaklaşık olarak iki yaşlarından itibaren iki cinsiyetin bulunduğunu kavrar, kendilerinin de bunlardan birine mensup olduklarının bilincine varır. Ancak, cinsel kimlik algısı yetişkinlerde olduğundan oldukça farklıdır. Çocukların cinsiyet algısı genellikle bireyin fiziksel özellikleriyle ilgili değildir.Bireylerin cinsiyeti, giyeceklerine, gündelik yaşamdaki davranış ve rollerine bağlı olarak yüzeysel bir şekilde tanımlanmaktadır.Cinsiyetin değişmezliği kavramı beş altı yaşlarından itibaren tam olarak kavranmaya başlanmaktadır. Ancak yapılan araştırmalar çocukların çok erken yaşlardan itibaren aktif olarak cinsel konuları düşündüklerini göstermiştir. Genellikle kadın ve erkekler arasındaki farklılıklar hakkında ve toplumsallaşma esnasında ilişkide bulundukları insanların cinsel rolleri konusunda düşünmektedirler. Cinsel kimlik algısı tamamlandıktan sonra iki cinse ait inanç ve tutumlar gelişmektedir.


Kişinin kendisini kadın ya da erkek olarak hissedişidir. 2-3 yaslarında herkesin erkek ya da kız olduğu hakkında kesin bir fikri vardır. Cinsel kimlik aile, öğretmenler ve arkadaşlarla sonsuz deneyimlerden köken alır. Çoğunlukla biyolojik cinsel kimlik, cinsel kimlik uyumludur. Ancak bazen cinsel kimlik ters yönde gelişebilir. Cinsel kimlik, insanın kimliğinin özü ve kişiliğinin bir parçasıdır. Cinsel kimliğin kazanılmaması insanın kimliğini ve kişiliğini kusurlu kılar. Ayrıca cinsel kimliğin reddedilmesi veya toplum baskısı sebebiyle maskelenmesi insanı uyumsuz kılar.


Çocukların kendi cinsel rollerini benimsemesinde, bebeklikten itibaren ebeveynin davranışları, evdeki kişiler arasındaki ilişkiler, arkadaşları ve televizyon başta olmak üzere medya rol oynamaktadır.Cinsiyete uygun kimliğin benimsenmemesinde önemli faktörler şunlardır:




  • Ebeveynin ve ailenin diğer bireylerinin, çocuğun cinsiyetinden memnuniyetsizlikleri,

  • Çocukların kıyafetleri, oyuncakları, oyunlarının uygunsuzluğu,

  • Çocuklara yaptırılan işler, verilen sorumlulukların cinsiyete uygunsuzluğu,

  • Çocuk ebeveyn ilişkilerinin uygun özdeşleşmeyi sağlayamaması,

  • Çocukların cinsiyetleri ile ilgili olumsuz hitaplar, takılan isimler,

  • Ebeveynlerin kendi cinsiyetleriyle bağdaşan davranışlar göstermeyip uygun model oluşturmaması,

  • Çocuğun aşırı korunması, sevgi nedeniyle de olsa baskıcı davranışlar,

  • Arkadaşların cinsel roller hakkındaki yanlış tutumları, uygunsuz davranışları ,

  • Medyanın olumsuz yayınları ,

  • Cinsel istismar olayları (Taşçı , 2003: 96-97).


Biyolojik cinsel kimlik, bir insanın kromozomlar, iç genital organlar, dış genital organlar,hormonal dağılım ve ikincil cinsel karakterleri gibi biyolojik cinsel özellikleridir.Cinsiyet kimliği (cinsel kimlik) ise kişinin kendini ve bedenini belli bir cinsiyette algılayışı,kabullenişi,duygu ve davranışlarında buna uygun biçimde yönelişidir.Çekirdek cinsel kimlik çocukluğunun ilk iki yılanda, cinsel kimlik duygusu ise genellikle ilk 4 yılda yerleşmektedir. Uygun bir cinsel kimlik gelişimi için uygun bir biyolojik gelişim gereklidir.Ancak bu tek başına yeterli değildir. Aile bireylerinin tutumlarından, kültürel yapıdan, deneyimlerden, arkadaşlarda, öğretmenlerden de etkilenir (Koten, 1996: 5-6).

Read more
no image

Her bir mümin tarafından öğrenilmesi farzı ayın olan mukaddes bilgileri ergenlik (buluğ) çağına gelinceye kadar, bizzat erkek ve kız çocuklarına öğretmek farzdır.İslam dininin cinsel hayatı düzenleyici düsturlarının büyük çoğunluğu yapılması gereken emirler (farzlar) ve kaçınılması gereken yasaklar (haramlar) şeklinde olduğu içindir ki, bu ilahi emirler ve yasakların belirlediği müfredat içerisinde cinsel öğretim farzdır.
Gencin büyüme, olgunlaşma ve cinsel kimliğini kazanması sırasında, karşılaştığı sorunları gidermek çabasına cinsel eğitim diyebiliriz. Bu eğitimin ana amacı, biyolojik ve cinsel gelişimleri konusunda gençleri bilgi sahibi yapmak bu alandaki gerginliklerinin azalmasını sağlamaktır. Cinsellik ve sağlıklı üreme konusunda sorumlu davranmayı öğretmek de cinsel eğitimin amaçlarındandır(Kulaksızoğlu, 1999: 54-55). Cinsel eğitim, çocuğun kendi cinsiyetini belirleyen bu gelişmeleri tanımasına ve bunların normal biyolojik, psikolojik olaylar olarak algılanmasına yardımcı olan eğitimdir (Özüdoğru, 2005: 69).
Bireylerin kendilerine ve başkalarına zarar vermemeyi öğrenmeleri, sorumlu cinsel davranış ve doğru bilgiye uygun yolla ulaşabilmeleri, arkadaş ve medyadan öğrendikleri yanlış bilgi ve inançları düzeltmeleri, cinsel taciz konusunda bilgilenmeleri ve korunmaları, vücutlarında meydana gelen değişiklikler ve bunun sonunda şekillenen duygularının bilincinde olmaları ve cinsel kimliklerine uygun roller öğrenmeleri açısından cinsel eğitim önem taşımaktadır.
“Cinsel Terbiye” den maksat, çocuk cinsel konuyla ilgili hükümleri, sorumlulukları akletmeye başladığında, ona yeterince bilgi vermek, iç guddenin ifrazatı hakkında onu aydınlatmak ve evlilikle ilgili hususlarda onu eğitip yetiştirmektir. Böylece çocuk gençlik çağına girip serpildiği ve hayatın ne demek olduğunu anladığında, nelerin kendisine mubah ve helal olduğunu idrak eder, nelerin de haram kılındığını bilerek sakınır. Ona yepyeni bir ahlak ve adet veren İslam prensipleri doğrultusunda hayata adımını atar; artık bu durumda şehvetin arkasına takılmaz, her şeyi mubah ve helal sayma yolunda yabancılar tarafından kapılıp şahsiyetinden uzaklaştırılamaz (Ulvan, 1981: 539).


Allah Resulü dil edebi ve ciddiyetini korumakla beraber haya (utanma) duygusunu cinsel öğretimine engel kılmamış, cehalete mahkum eden utanmayı uygun görmemiştir. Muhatabının durumu gerektirmedikçe Hz. Peygamber örtülü ifadelerle söz ederdi. Çünkü O, hayatının her anı ve safhasında kendisine indirilen Kur'anın izlediği gibi cinsellikle ilgili üslubuyla da Kuranı izliyordu. Yüce Allah Kuranda cinsellikle ilgili yasaklarını koyar ve açıklamalarda bulunurken, kinayeli sözler ve terkipler kullanmıştır (Demircan, 2005: 15).
Cinsel eğitim doğumla başlamalıdır. Daha ilk aylardan başlayarak bebeğin cinsiyetine uygun davranmaya özen göstermelidir. Çocuk anne babayla yakın ve olumlu bir ilişki içerisinde olmalıdır. Çocuğun bakılmasında büyütülmesinde çocukla normal ilişkiler kurulmalı, onu severken, onunla oynarken cinsel hazzı yaratacak davranışlardan kaçınılmalıdır.Çocukta karşı cinse özgü davranışlara ilgi gösterilmemeli ve takdir edilmemelidir. Çocuğa cinsiyetine uygun ad takılmalıdır. Çocuğun mahremiyetine saygılı olunmalıdır (Cirhinlioğlu, 2001: 148).
Cinsel eğitimin verileceği en uygun yer ailedir. Cinsel eğitimin en önemli amaçlarından biri,çocuğa yardım ederken beden ve beden faaliyetleriyle ilgili sağlıklı bir tutum geliştirmelerini sağlamaktır (Bilgin vd., 2005: 133).
Eğitim evde başlamalı, okul tarafından devam ettirilmelidir. Bu eğitimde anne baba ve eğitim kurumlarının işbirliği ve uyum içinde olması, toplumun bu konudaki beklentileri ve değer yargıları ile okulda verilen bilgilerin çatışmaması, tutarlılık içinde olması gerekir.
Eğitimde cinsel bakımdan uyarılmayı cesaretlendirmeyi birbirine karıştırmamak gereklidir. Amaç, çocuk ve gençlere kendi vücutlarının fiziksel, fizyolojik, duygusal, sosyal ve nihayet cinsel gelişimleri hakkında aydınlatıcı bilgiler sunmak ve onlarda olabilecek kaygıları azaltmaktır; yoksa bu eğitim cinselliği uyarmak veya tahrik etmek amacı taşıyamaz (Kulaksı zoğlu, 1999: 56-57).
Aslında biz büyükler çocuklarımıza daima cinsel eğitim veririz.Çocuklarımız doğumundan itibaren nasıl ki bizlerden yaşam ile ilgili olarak eğitim alırlar ise işte aynı şekilde sürekli olarak cinsel eğitimde alırlar. Cinsellik konusunda hiç konuşmamak ile de bir şeyler söylemiş olursunuz. Yani konuşmamak ile cinselliğin bir tabu olduğunu, tartışılmaması gerektiğini ve böylece özel, gizli, korkutucu ve kötü olduğunu söylemiş olursunuz. Aynı şekilde çocuğunun gözü önünde karısını öpen bir baba da çocuğuna cinsel eğitim vermiş oluyor. Sonuç olarak, hiç cinsel eğitim vermediğini zannedenler, hatta bu konuda çocuğuyla hiç konuşmamış olanlar bile devamlı cinsel eğitim vermektedirler. Diğer yandan çocuğunuz cinsellikle ilgili sizlerden hiçbir şey öğrenmese bile dışarıdan, arkadaşlarından çok çeşitli bilgileri nasıl olsa öğrenecektir.


Cinsellikle ilgili kullandığınız kelimelerden çok, jest ve mimikleriniz ile, yüzünüzün kızarması veya kekelemenizle anlattıklarınız daha önemlidir.Sözel olmayan yollarla anlatılanlar genellikle daha gerçek ve daha etkileyici oluyor (Uçar, 1994: 15-18).


Çocuklara dört yaş üç aylık iken bu bilgiyi vereceksiniz ve altı yaş iki aylık iken de bu bilgiyi vereceksiniz diye bazı kurallar takvimi yoktur. Çocuklara cinsellik konusunda bilgiler gereksinim duyuldukça ve yeri geldikçe adım adım verilir.İstek geldiği zaman veya gereksinim duyulduğunu hissettiğiniz zaman verilen bilgi en uygunudur. Bu konuda çevremizde her zaman için birçok gerekçe vardır. Cinsiyet ile ilgili bir gazetede veya televizyon haberi, bir kitap veya bir film gibi fırsatlar çevremizde her an bol miktarda bulunabilir. Elbette bu gibi durumları kaçırmamak gerekir. Ancak bu bilgiler onlara bir defaya özel olarak verilmemelidir.Unutmayalım ki cinsel eğitim de bir eğitimdir ve tüm eğitimler gibi tekrar edilmelidir (Uçar, 1994: 20).
Ana-baba, bu güç konu hakkında güvenilir uzman kişilerce yazılmış eserleri okumalı ve tatbikata koymalıdır. Ancak bu konuda çocuk bilgilendirilirken, yaşı, psikolojik gelişimi, sosyal konumu, cinsel konulara olan ilgisi ve bilgi düzeyi dikkate alınmalıdır (Özüdoğru, 2005: 70).
Cinsel eğitimde birinci kural, cinslere sahip oldukları cinsiyete göre davranmaktır.


Erkek çocuğa erkek gibi, kız çocuğa kız gibi davranmak gerekir. Bu farklılık giysilere, saç kesimlerine ve onlarla kurulan ilişkilere yansımalıdır.


Cinsel eğitim bebeğin doğumundan önce başlar. Çünkü anne babanın doğacak bebeği erkek veya kız ayrımı yapmaksızın olduğu gibi kabullenmeleri gerekir. Bu konuda her hangi bir ayrımcı yaklaşıma sahip olmamaları gerekir.Cinsel eğitim, çocuğun gelişme çağında soracağı sorulara verilen cevaplarla aşama kaydeder. Çocuklar, belli bir yaşta dünyaya nereden geldiklerini, doğmadan önce nerede olduklarını ve anne karnından nasıl çıktıklarını sorarlar (Kerem, 2003: 17-18).


Çocuğun cinsel eğitiminin, her şeyden önce ana babasının cinsel yaşam dengesine bağlı olduğu görülür. Cinsellik denince, şefkat, duygusal gereksinimlerin giderilmesi kadar, başarı lı ve mutlu bir ilişkinin güvencesi olan fiziksel ilişki de düşünülmektedir. Bu ilişkinin tüm ayrı ntı ları nı çocuk fark eder ve yavaş yavaş kendi erkek ya da kı z kişiliğini kazanmaya başlar. Ana babanı n verebileceği bilgilerden daha geçerli olan, çocuğun anladı ğı yada hissettiği şey, yaşamı n ve içinde bulunduğu sevgi birliğinin de önemini kavraması ve kendi varlı ğı nı n, ana babası nı birleştiren bir simge olduğuna inanması dı r (Konur, 2006: 4).
Çocuk, birbirleriyle paralel gelişen bazı gelişim boyutlarıyla bir bütündür. Bedensel, ruhsal, sosyal, zihinsel ve cinsel gelişim bu boyutları oluşturur. Bu gelişim alanları içinde, cinsel gelişim dışındaki diğer boyutlar ve yapılması gerekenler belli iken, cinsel gelişim göz ardı edilmekte ve yok sayılmaktadır. Ailelerin en başta kabul etmesi gereken olgu şudur: Sağlıklı gelişen her insanda cinsel gelişim vardır ve bu, çocuğun boyunun uzaması, kilosunun artması kadar doğal bir durumdur. Cinsel eğitim doğumdan başlayarak ergenlik dönemine kadar olan bir dönemi kapsamaktadır. Cinsel eğitime başlamak için belli bir yaş bulunmamasına rağmen, anne babalar, çocukları okul öncesi dönemdeyken (3-4 yaş dolayında) ilk sorularla karşılaşırlar. Açı klamalar sade bir dille ve bilimsel kaynaklardan yararlanarak yapıldığı takdirde gelecekte karşılaşılabilecek olası zorluklar yaşanmayacaktır.
Cinsel eğitimin amacı, çocuklara sağlıklı bir cinsel kimlik geliştirmesi için kılavuzluk etmektir.Cinsel eğitimin hedefleri ise şunlardır:
1. İnsanın üreme sistemiyle ilgili bilgileri edinmek;
2. Cinsel sisteme karşı sağlıklı bir tutum geliştirmek;
3. Cinsel güdüyü denetleyebilmek ve beğenilir amaçlara yöneltmek;
4. Temizlik ve korunma becerilerini alışkanlığa dönüştürmek;
5. Karşı cinsle iyi geçinmek; onun cinsel gelişimini anlayışla karşılamak (Başaran, 2005: 224).
Cinsel eğitim ile bireyin fiziksel-duygusal büyümesini kabul ederek, gelişmesini sağlıklı bir biçimde tamamlamasına; olumlu davranış ve değer yargıları geliştirerek ailesi, arkadaşları ve çevresiyle iyi olumlu ilişkiler kurabilmesine, gerekli değerleri ve becerileri geliştirmesine yardım edilebilir. Ayrıca cinsel eğitim, bireyin temel gereksinimlerini aile ve toplum tarafından kabul edilebilir bir şekilde doyuma ulaşmasını sağlamak ve bireyin cinsel yaşam ve ilişkilerinde sorumluluk duygusu ile davranmasını sağlamak açısından oldukça önemlidir (Z. Selçuk, 2006: 24).

Read more